Fleabag, Brecht'in mesafeli tiyatrosuyla kurduğu diyalogda, bir yandan da onu altüst eder. Evet, kahramanımız kameraya dönerek dördüncü duvarı yıkar, seyirciyi Büyük Öteki yapar; fakat bu Öteki, Lacancı Büyük Öteki değil, daha ziyade kahramanın kendi bastırılmış arzularının, travmalarının yansımasıdır. Gösterilen hatıralar, bu bastırılmış gerçekliğin geri dönüşünün fragmanlarıdır. Kahramanın havalı ve fütursuz maskesi, aslında bu travmatik gerçekle yüzleşmekten kaçışının bir aracıdır. Fleabag'in gerçekliği, bu kaçış ve yüzleşme arasındaki gerilimde şekillenir. İşte bu noktada, dizi Brecht'in mesafeli tiyatrosunu aşar ve izleyiciyi karakterin bastırılmış gerçekliğiyle yüzleşmeye davet eder.
Boo'nun ölümü, sadece bir somut travma değil, aynı zamanda kahramanın bastırılmış suçluluğunun simgesidir. Boo (Böö!) ismi, sadece bir hayaletin çağrışımını yapmaz, aynı zamanda kahramanın kendi vicdanının sesidir. Bu ses, Boo'nun ölümündeki rolünü hatırlatır, bastırılmış gerçekliği yüzeye çıkarır. Kahramanın erkek arkadaşını çalması, sadece bir kaza değil, aynı zamanda kahramanın kendi yıkıcı arzularının bir tezahürüdür. Boo'nun ölümü, bu arzuların gerçek yüzünü gösterir, kahramanın kendi karanlık tarafıyla yüzleşmesine neden olur.
Annenin ölümü, sadece soyut bir travma değil, aynı zamanda kahramanın varoluşsal boşluğunun kaynağıdır. Bu boşluk, Boo'ya duyulan sevgiye taşınarak doldurulmaya çalışılır; bu sevgi, annenin boşluğunu doldurmaktan uzaktır; bu sevgi, kahramanın kendi eksikliğini, kendi varoluşsal boşluğunu yansıtır. Boo'ya duyulan sevgi, aslında anneye duyulan sevginin yerini alamaz, sadece onun yokluğunu daha da belirginleştirir. Bu noktada, dizi bize sevginin sadece bir yanılsama olmadığını, aynı zamanda bir kaçış olduğunu gösterir. Kahraman, sevgi yoluyla kendi varoluşsal boşluğundan kaçmaya çalışır, ancak bu kaçış, onu sadece daha da derin bir boşluğa sürükler.
Fleabag'in Büyük Öteki ile kurduğu ilişki, bir bastırma ve geri dönüş dinamiği üzerine kuruludur; ancak bu dinamik, pederin varlığıyla sarsılır. Peder, kahramanın Büyük Öteki ile kurduğu teması algılayabilen tek karakterdir. Bu, onun Tanrı ile olan ilişkisinin bir yansıması olabilir. Peder, kahramanın ruhen gidip geldiğini fark ederek, onun bastırılmış gerçekliğini açığa çıkarma tehdidinde bulunur. Bu durum, kahramanın savunma mekanizmalarını harekete geçirir ve onu daha da derin bir bastırmaya iter.
Pederin Boo'ya ne oldu? sorusu, bu bastırmanın doruk noktasına ulaştığı andır. Kahraman, Boo'nun hayatta olduğunu hayal ederek, onun ölümünü inkâr eder. Bu inkâr, aynı zamanda kahramanın kendi suçluluğunu bastırma çabasıdır. Boo'nun ölümü, kahramanın kendi yıkıcı arzularının bir sonucudur ve bu gerçekle yüzleşmek, kahraman için dayanılmaz bir acıdır.
Boo'nun hayaleti, Büyük Öteki'nin bilgisizliğinin bir simgesidir. Boo, eğer hayattaysa, kendi ölümünden habersizdir. Bu, onun varoluşunun tamamen başkalarının algısına bağlı olduğunu gösterir. Boo, tıpkı Tanrı gibi, sadece inananların zihninde var olan bir varlıktır. Boo'nun ginepiglere olan düşkünlüğü, bu varoluşsal durumu daha da vurgular. Ginepigler, insanın kendi bilgisizliğinin bir yansımasıdır. Onlar, insanın kendi varoluşunun anlamsızlığı karşısında duyduğu kaygıyı yatıştırmaya çalışır.
Kalemlerin arkasındaki silgiler metaforu, bu temel bilgisizliği vurgular. İnsan, kendi varoluşunun anlamını sürekli olarak silmeye ve yeniden yazmaya çalışır. Bu çaba, hiçbir zaman tam anlamıyla başarılı olamaz ve insanı sürekli bir belirsizlik içinde bırakır. Fleabag'deki birçok karakterin isimsiz olması, bu varoluşsal belirsizliğin bir yansımasıdır; fakat dizinin özünü yakalayan anlar, bir erkeğin buyruğuyla bir kadının diz çöktüğü o iki sahnede gizlidir: (1) Günah çıkarma kabininde kahramanın ruhani çöküşünü kesen pederin diz çökme emri, (2) Bencil kocanın bıkkın karısına (kahramanın ablasına) adamı göndermek için diz çöküp yalvarma emri. Her iki durumda da kadın boyun eğer, ancak bu boyun eğiş bir itaat değil, bir başkaldırıdır. İlk sahnede diz çöküş, kahramanın Büyük Öteki'sini alt eden aşkın bir ifşasıdır. İkinci sahnede ise diz çöküş, kadının sabrının son damlasının tükendiğinin bir işaretidir. Her iki durumda da diz çöküş, kadının zayıflığını değil, gücünü simgeler. Bu eylem, Büyük Öteki'nin aslında hiçbir şeyden haberi olmayan bir hayalet olduğunu kabul etmektir, bu hayaletin aldığı iki biçime de (yabancılaşma ve ayrılma) dişil özne daha yakından tanıklık eder.
Bu iki sahne, ataerkil düzenin dayattığı kadınlık rolünün altını oyar. Diz çökme eylemi, yüzeyde bir itaat gibi görünse de, aslında kadının kendi özneliğini ilan etmesidir. Bu, Büyük Öteki'nin simgelediği erkek egemenliğine karşı bir başkaldırıdır. Kadın, diz çökerek kendi gücünü keşfeder ve erkek egemenliğinin bir yanılsama olduğunu fark eder. Bu farkındalık, kadının özgürleşmesi için ilk adımdır.
Boo'nun ölümü, sadece bir somut travma değil, aynı zamanda kahramanın bastırılmış suçluluğunun simgesidir. Boo (Böö!) ismi, sadece bir hayaletin çağrışımını yapmaz, aynı zamanda kahramanın kendi vicdanının sesidir. Bu ses, Boo'nun ölümündeki rolünü hatırlatır, bastırılmış gerçekliği yüzeye çıkarır. Kahramanın erkek arkadaşını çalması, sadece bir kaza değil, aynı zamanda kahramanın kendi yıkıcı arzularının bir tezahürüdür. Boo'nun ölümü, bu arzuların gerçek yüzünü gösterir, kahramanın kendi karanlık tarafıyla yüzleşmesine neden olur.
Annenin ölümü, sadece soyut bir travma değil, aynı zamanda kahramanın varoluşsal boşluğunun kaynağıdır. Bu boşluk, Boo'ya duyulan sevgiye taşınarak doldurulmaya çalışılır; bu sevgi, annenin boşluğunu doldurmaktan uzaktır; bu sevgi, kahramanın kendi eksikliğini, kendi varoluşsal boşluğunu yansıtır. Boo'ya duyulan sevgi, aslında anneye duyulan sevginin yerini alamaz, sadece onun yokluğunu daha da belirginleştirir. Bu noktada, dizi bize sevginin sadece bir yanılsama olmadığını, aynı zamanda bir kaçış olduğunu gösterir. Kahraman, sevgi yoluyla kendi varoluşsal boşluğundan kaçmaya çalışır, ancak bu kaçış, onu sadece daha da derin bir boşluğa sürükler.
Fleabag'in Büyük Öteki ile kurduğu ilişki, bir bastırma ve geri dönüş dinamiği üzerine kuruludur; ancak bu dinamik, pederin varlığıyla sarsılır. Peder, kahramanın Büyük Öteki ile kurduğu teması algılayabilen tek karakterdir. Bu, onun Tanrı ile olan ilişkisinin bir yansıması olabilir. Peder, kahramanın ruhen gidip geldiğini fark ederek, onun bastırılmış gerçekliğini açığa çıkarma tehdidinde bulunur. Bu durum, kahramanın savunma mekanizmalarını harekete geçirir ve onu daha da derin bir bastırmaya iter.
Pederin Boo'ya ne oldu? sorusu, bu bastırmanın doruk noktasına ulaştığı andır. Kahraman, Boo'nun hayatta olduğunu hayal ederek, onun ölümünü inkâr eder. Bu inkâr, aynı zamanda kahramanın kendi suçluluğunu bastırma çabasıdır. Boo'nun ölümü, kahramanın kendi yıkıcı arzularının bir sonucudur ve bu gerçekle yüzleşmek, kahraman için dayanılmaz bir acıdır.
Boo'nun hayaleti, Büyük Öteki'nin bilgisizliğinin bir simgesidir. Boo, eğer hayattaysa, kendi ölümünden habersizdir. Bu, onun varoluşunun tamamen başkalarının algısına bağlı olduğunu gösterir. Boo, tıpkı Tanrı gibi, sadece inananların zihninde var olan bir varlıktır. Boo'nun ginepiglere olan düşkünlüğü, bu varoluşsal durumu daha da vurgular. Ginepigler, insanın kendi bilgisizliğinin bir yansımasıdır. Onlar, insanın kendi varoluşunun anlamsızlığı karşısında duyduğu kaygıyı yatıştırmaya çalışır.
Kalemlerin arkasındaki silgiler metaforu, bu temel bilgisizliği vurgular. İnsan, kendi varoluşunun anlamını sürekli olarak silmeye ve yeniden yazmaya çalışır. Bu çaba, hiçbir zaman tam anlamıyla başarılı olamaz ve insanı sürekli bir belirsizlik içinde bırakır. Fleabag'deki birçok karakterin isimsiz olması, bu varoluşsal belirsizliğin bir yansımasıdır; fakat dizinin özünü yakalayan anlar, bir erkeğin buyruğuyla bir kadının diz çöktüğü o iki sahnede gizlidir: (1) Günah çıkarma kabininde kahramanın ruhani çöküşünü kesen pederin diz çökme emri, (2) Bencil kocanın bıkkın karısına (kahramanın ablasına) adamı göndermek için diz çöküp yalvarma emri. Her iki durumda da kadın boyun eğer, ancak bu boyun eğiş bir itaat değil, bir başkaldırıdır. İlk sahnede diz çöküş, kahramanın Büyük Öteki'sini alt eden aşkın bir ifşasıdır. İkinci sahnede ise diz çöküş, kadının sabrının son damlasının tükendiğinin bir işaretidir. Her iki durumda da diz çöküş, kadının zayıflığını değil, gücünü simgeler. Bu eylem, Büyük Öteki'nin aslında hiçbir şeyden haberi olmayan bir hayalet olduğunu kabul etmektir, bu hayaletin aldığı iki biçime de (yabancılaşma ve ayrılma) dişil özne daha yakından tanıklık eder.
Bu iki sahne, ataerkil düzenin dayattığı kadınlık rolünün altını oyar. Diz çökme eylemi, yüzeyde bir itaat gibi görünse de, aslında kadının kendi özneliğini ilan etmesidir. Bu, Büyük Öteki'nin simgelediği erkek egemenliğine karşı bir başkaldırıdır. Kadın, diz çökerek kendi gücünü keşfeder ve erkek egemenliğinin bir yanılsama olduğunu fark eder. Bu farkındalık, kadının özgürleşmesi için ilk adımdır.