Canlar n’aber?
Filmle ilgili ilginç bir anımı anlatarak incelemeye başlamak istiyorum ama öncesinde kafanızın karışmaması için ufak bir bilgi vermem lazım. Pek çoğunuz biliyor gerçi ama yine de belirtmekte yarar var; bizim bir YouTube kanalımız ve bu kanalda videoların metnini yazan kişi ile metinleri seslendiren kişi, aynı kişi değil. Farklı kişiler. Metinleri bendeniz Ali Yaşar yazıyor. Muazzam seslendirmenimiz ise Burçin Direnci.
Bunu belirttim çünkü anlatacağım olay Burçin abiyle ilgili. Şampiyon filminin ilk çıktığı dönemi hatırlıyorsunuzdur. Film hemen her yerde büyük ses getirmişti. Ben filmi ilk izlediğimde demiştim ki “Dünya standartlarında bir film yapmışlar, böyle bir filmi Hollywood’da bile çekmek çok zor ama keşke bunu kanıtlama şansım olsa.” Sonra aradan yaklaşık iki yıl geçti, bu sürede kanalda Burçin Abiyle çalışmaya başladım. Bir gün Burçin Abi beni aradı. “Ali, Bold Pilot’ın filmini izlemiştin değil mi?” dedi. “Evet abi, izledim.” dedim. “Bold Pilot’un dedesi de çok meşhur bir atmış. Onun da sayısız başarısı varmış, biliyor muydun?” dedi. Ben de dedim ki “Olabilir abi, genelde yarış atlarının soyu yine yarış atlarından geliyor.” Bunun üzerine Burçin Abi dedi ki “Ama dedesinin de filmi varmış. Hatta filmi Walt Disney çekmiş. Ben de daha yeni öğrendim, hemen seni aradım.” dedi
Ben de telefonu kapatır kapatmaz Bold Pilot’ın dedesinin filmini izlemeye başladım. Bu arada ilginçtir ki filmi Türkçe’ye ‘Şampiyon’ olarak çevirmişler, orijinal ismi ise Secretariat. Film biter bitmez şuna emin oldum; Bizim İçin Şampiyon filmi Secretariat filminden katbekat daha kaliteli. Şimdi gelin Bizim İçin Şampiyon filmini özel yapan detaylara bakalım.
Bizim İçin Şampiyon filmi iki ana hikayeye ve bir yan hikayeye sahip. Ana hikayelerden biri Bold Pilot’ın eğitim ve şampiyonluk süreci. Diğeri Begüm karakterinin tedavi süreci. Sonuncusu ise Halis Karataş’ın babası ile arasındaki gerilim. İlk hikaye aslında temelde sadece bir spor matematiği içeriyor. Senaryolarda spor senaryosu matematiği olarak bilinen bir kalıp var. Örneğin Queen’s Gambit dizisi de o matematiği kullanmıştı. Şimdi bu matematiği uzun uzun anlatmak istemiyorum ama genel olarak neyi kast ettiğimi anladığınızı tahmin ediyorum.
İşlerin ilginçleşmesi ise ikinci ana hikayede başlıyor. Normalde bu tip spor hikayelerinin yanına sıradan bir azim öyküsü eklerler. Hikaye ile bir bütün olması için yine aynısı yapılmış ama bu yapılırken de spor matematiği kullanılmış. Bold Pilot’ın kendi gelişim ve azim hikayesi ile Begüm karakterinin hayata tutunma azmi birebir aynı matematikle yazılmış.
Yan hikaye ise neredeyse sıfır diyalogla yazılmış. Yan hikayeyi anlatmadan önce biraz yönetmeni tebrik edeyim çünkü çok kritik bir karar vermiş. Gerçekten yaşanan bir olayı filme aktarırken karakter motivasyonlarını kafanıza göre yazamazsınız. Gerçekteki hikayeye sadık kalmanız gerekir. Yani yönetmen öyle ya da böyle Halis Karataş’ın abisinin de jokey olduğunu, at binerken sakat kaldığını, bunun üstüne de intihar ettiğini anlatacaktı. Burada asıl başarı bunu anlatma şekli ve zamanından kaynaklanıyor. Mesela bu hikayeyi Halis Karataş’a anlattırabilirdi ama bunun yerine hikayeyi babasından öğrenmemizi istemiş. Bu hem Halis’in aile yapısını bize anlattığı için empati kurmamızı kolaylaştırıyor hem de hikayeyi daha çok içselleştiriyor çünkü bildiğiniz gibi evlat acısı pek çok insan için yaşanabilecek en kötü acıdır. Eğer Halis karakteri filmde kendisi abisinin önce sakat kaldığını, sonra öldüğünü anlatsa muhtemelen bizi o kadar çok etkilemezdi. Ama bunu daha önce evlat acısı yaşamış bir babadan dinleyince işler değişiyor. Bu arada babayı canlandıran Ali Seçkiner’i de tebrik etmeden geçmeyeyim. Adam iç Anadolu’nun muhafazakâr ve otoriter baba karakterini çok iyi canlandırmış. Yüzündeki en ufak mimikten, maç izlerken heyecandan yaptığı el kol hareketlerine kadar çok başarılı bir oyunculuk sergilemiş.
Hani size Bold Pilot’ın dedesinin filminden bahsettim ya, o filmi de mutlaka izlemenizi öneririm çünkü tamamen aynı konuya sahip iki filmi kıyaslamak için bize mükemmel bir şans veriyor. Mesela Secretariat filmini izlediğinizde ilk fark edeceğiniz şey; Bizim İçin Şampiyon filminin genel oyunculuk performansının diğer filme göre fersah fersah ilerde olduğu. Aynı şey sinematografi için de geçerli. Türk sineması tarihindeki en iyi sinematografilerden biri Bizim İçin Şampiyon filminde yer alıyor. Normalde sinematografiyi övdüğümde isim vermek pek yaptığım bir şey değildir ancak burada filmin görüntü yönetmenine değinmek istiyorum. Serkan Güler harika bir iş ortaya koymuş. Bu arada bu ismi unutmamaya çalışın çünkü içimden bir ses “Serkan Güler ölmeden önce çok büyük bir başarıya imza atacak.” diyor.
Filmde kullanılan manzara çekimlerinden filmin renk düzenlemesine kadar A’dan Z’ye kusursuz bir çalışma olmuş. Bazı sahnelerde çimler alan derinliği yaratmak için bilerek yansıtılmış. Çiftliği uzaktan gösteren bazı kısımlarda ise normalde pek sevmediğim, sadece iyi kullanıldığında başarılı olan tek nokta perspektif açısı ile tam bir işçilik ortaya koyulmuş, yarım bırakılmamış.
Filmlerde genelde dolaylı anlatımlar süreden tasarruf etmek için kullanılır. Bu filmde iki tanesi özellikle gözüme çarptı. İlki şu; filmin başında Halis Karataş’ın araba için yaptığı at yarışı gösterilmemiş, onun yerine önce Halis Karataş’ın araba pazarlığı ve ardından yaptığı at pazarlığı gösterilmiş. Sonrasındaysa doğrudan Halis Karataş arabayı kullanırken gösterilmiş. Yarışı kazandığı kısımlar izleyicinin hayal gücüne bırakılmış. Bu tip şeyler ufak ama etkili dokunuşlardır, tek başına bakıldığında bir etkisi olmasa da bir bütün olarak düşünüldüğünde etkili detaylardır. Diğer dolaylı anlatım ise bir karakterin kişiliğini bize anlatmak için dizayn edilmiş. Mesela filmin başında at sahibi arkadaş, Halis Karataş’a ceza vermek için onu çamura atıyordu, o adamın kafa yapısına göre çamura bulanmak aşağılık bir hareketti. Bu yüzden daha sonrasında Halis Karataş’ın üstüne tekrar yürümek istediğinde çamura ayak basmıyor. İki dakika sonraysa Özdemir Bey sahneye dahil oluyor ve o, Halis Karataş’ın elini sıkmak için çamura giriyor. Daha Özdemir Bey’i ilk gördüğümüzde yönetmen bize onun hem otoriter hem şefkatli hem de alçak gönüllü olduğunu tek sekansta anlatıyor. Dediğim gibi, bunlar tek başına küçük ve önemsiz detaylar olsa da filme çok küçük bir artı puan kattığı kesin. Bunun gibi küçük küçük artı puanları birleştirdiğiniz takdirde ortaya elle tutulur bir başarı çıkar zaten genelde.
Bu sekans aynı zamanda bir şeye daha hizmet ediyor; Halis karakteri ile seyirci arasında bağ kurmaya. Daha önce de söylemiştim; izleyici ile karakter arasında en kısa yoldan bağ kurmanın yolu, karaktere yapılan haksızlıktan geçer. Burada Halis karakteri attan iyi anladığı için ona erken depar attırıyor ama at sahibi “Kim dedi sana erken depar attır?” diyerek onu hırpalıyor. Sonrasında öğreniyoruz ki Halis aslında haklıymış, at gerçekten de bir tempo atıymış ancak at sahibi bunu anlayacak tecrübeye sahip olmadığı için onu çamura atmış. Burada karakterin uğradığı haksızlık izleyici ile arasında organik bir empati kurmasına doğrudan yardım ediyor.
Filmin başarılarından biri de diyalogları. Bazı filmler hatta hemen her film kusursuz bir iletişim ortamında geçiyor. Herkes tane tane konuşuyor, herkes herkesin ne demek istediğini anlıyor. Ama tabi ki gerçek hayat böyle bir yer değil. Bazen annemle konuşurken bile söylediklerimi anlamadığı için ya da ben cümleyi doğru dürüst kuramadığım için söylediğim şeyi birkaç kez tekrar etmem gerekiyor. İşte bu film, gerçek hayattaki iletişimsizliği de filme dahil etmiş. Örneğin yine filmin başında Halis Karataş ilk kez çiftliğe geldiğinde yolda karşısına at çıktığını anlatmak için bunu birkaç defa tekrarlaması gerekiyor. Sadece burada da değil, filmin pek çok noktasında aynı durum tekrarlanıyor. Üstelik filmin diyalog kalitesi bununla da sınırlı değil. Film bize muhteşem replikler de sunuyor.
Örneğin bence filmdeki en önemli replik “Şampiyon olmak, bir gün kaybedeceğini bildiğin halde koşmaya devam etmektir.” repliği idi. Bu replik bana o kadar işledi ki aklıma Rocky serisini getirdi. Sanki orada Rocky’nin ağzından çıkan bir ifadeyi duymuşum gibiydi. Bu arada aslında bu neden efsane incelemesini bir istisna yaparak Secretariat filmi ile kıyaslayarak ilerleyecektim. Hem çoğunuz diğer filmi izlemediği için hem de o filmi Bizim İçin Şampiyon filmi ile kıyaslamak Secretariat açısından haksızlık olacağı için kıyaslama fikrinden vazgeçtim. Ama iddiamın arkasındayım. Bizim İçin Şampiyon gibi bir film Hollywood’da bile zor bulunur. İnanmayan Disney’in on milyonlarca dolar harcayarak çektiği filme göz atabilir.
Filme küçük de olsa etkili foreshadowingler de eklenmiş. Mesela Halis’in çiftliğe geldiği gün çiftlikten “Geç kalmayalım.” diye erken ayrılıyorlar. Sonra öğreniyoruz ki aslında o gün doktor randevuları varmış.
Film birkaç noktada Türkiye tarihine de güzel dokunuşlar sergiliyor. Özdemir Bey, Halis önden koşmak istediğinde “Bu ülkenin insanları bir gecede paralarının pul olduğunu gördüler. Umutlarını kaybetmemeleri için geriden gelerek kazandığını görmeye ihtiyaçları var.” demesi günümüzde de yaşadığımız ekonomik krizlerin halkta nasıl travmalara yol açtığını sadece tek cümlede film bize aktarabiliyor.
Pek çok filmde climax denilen bir zirve noktası vardı. Bu noktayı hisler açısından insanı doruğa ulaştıran kısım olarak düşünebilirsiniz. Bu filmde de benzer bir an vardı. Herkesin at startboxa girebilsin diye sessizleştiği o an. Koca bir tribünden çıt çıkmadığı o an, filmdeki climax noktasıydı. Sanıyorum ki hemen hepiniz o an çok farklı duygulardan çok farklı duygulara sürüklenmişsinizdir. Ben filmi izlerken filmden en temelde beni bu hayattan çıkartıp farklı bir hayata dahil etmesini beklerim. Bana yaşadığım dünyayı unutturup farklı bir dünya vermeli. İşte bunu en net şekilde hissettiğim an, o sessizlik anıydı. Sanki sinemada oturmuyordum, sinemadaki diğer kişilerle beraber tribündeydim ve Bold Pilot’ın startboxa girmesi için sessizleşmiştim. Bu hissi kaç film yaşatabilir ki bize?
Gelelim filmde değineceğim son kısma; yani ağır çekimlere. Ağır çekim bence çok riskli bir unsur. Genelde başarılı bir ağır çekim sahnesinin bile kazancı çok az ama kötü olduğunda kaybettireceği şeyi çok. Kötü ağır çekimlere örnek vermemi ister misiniz? Aslında bence gerek yok, ağır çekimlerle imzalaşmaya çalışan tuhaf bir yönetmen geldi geçti bu piyasadan. Ama konumuz bu değil. Konumuz gerekli yerde gerekli şekilde kullanılan ağır çekimler.
Ağır çekimler genelde iki amaçla kullanılır. Bu filmde iki farklı amaç için de kullanıldığını görebiliyoruz. İlki dikkat çekme, odak toplamadır. İzlediğiniz bir görüntü aniden yavaşlar, bu da izleyicinin dikkatini görsel ayrıntılara toplar. Instagram’da denk gelmişsinizdir mutlaka. Tuhaf cisimlerin kırılmasını falan aniden ağır çekime alırlar. Siz de özellikle objeye konsantre olursunuz ağır çekimdeyken. İşte film tam olarak böyle bir anda Bold Pilot’ın dizinden gelen kıt diye bir sesi izleyiciye dinletmişi.
Herkes görsel bir alana odaklıyken işitsel bir sakatlık sinyali gelmesi beni çok etkilemişti. Adeta kendi dizim kırılmış gibi içim gitmişti ki filmi ilk izlediğim salonda da hemen herkesten benzer bir tepki yükseldi. Sanki herkesin canı yanmış gibi ses çıkartmıştı insanlar. Bu ilk amaç için bir örnekti. Gelelim ikinci amaca. Ağır çekim sahneleri bazen de gerilimi arttırmak için kullanılır. Bunun filmle alakasız sektörlerde bile kullanıldığını görebilirsiniz. Mesela spor müsabakalarında pozisyon tekrarları ağır çekim verilir. Bu bir yandan izleyicilerin yaşanan olayı daha net görebilmesi için yapılırken bir yandan da o gerilim dolu anların süresi arttırılmaya çalışılır.
İşte filmde de bu yapılmış. O son düzlüğün son metrelerinde sahneler ağır çekime alınmış. Bu, hem izleyicinin heyecanını arttırmış hem izleyicilerin son sahneyi sindirmesi için zaman tanınmış hem de izleyicilerin daha rahat odaklanması sağlanmış tek bir ağır çekim sekansı ile. Bir taşla sayamadığım kadar çok kuş vurmuş yönetmen.
Şimdilik benden bu kadar. Bir dahaki incelemede görüşene dek hoşça kalın, iyi ki varsınız.