Sizden gelen istek doğrultusunda “Neden Efsane” serisine birkaç tane animasyon eklemeye karar verdim. Hangi animasyonlara Neden Efsane yapayım diye düşününce de aklıma gelen ilk iki animasyon filmi Buz Devri ve Kung-fu Panda oldu.
Kung-fu Panda cidden çok şahsına münhasır ve bir o kadar da absürt bir yapım. Düşünsenize filmde Kung-fu yapan bir panda var lakin yine de bu yapım gerektiğinde çok ciddi bir yapıma dönüşebiliyor. Gerektiğinde komik oluyor, gerektiğinde felsefe yapıyor. Altı yaşındaki biri izleyince de eğleniyor altmış yaşındaki biri de. Bunun sebebi çok basit. Unutmayın ki mitoloji hikayeleri de çok sayıda absürt olay içerir ancak buna rağmen bu mitoloji hikayeleri bir takım senaryo matematikleri içerdiği için hem insanların aklında kalmış hem de ilgisini çekmiştir.
Anlatmaya çalıştığım şey eğer hikayenizde doğru senaryo matematiklerine yer veriyorsanız Kung-fu yapan bir panda hikayesini bile ilgi çekici bir hale getirebilirsiniz.
Ve konu senaryo matematiği olunca bahsetmezsek çarpılacağımız o isimden tekrar bahsetmemiz gerekiyor. Yani Joseph Campbell’dan. Evet biliyorum sıkı takipçilerimiz bu ismi defalarca kez duydu ama incelemelerimi ilk kez okuyanlar da var. Bu nedenle konuyu baştan alacağım. Joseph Campbell mitolojiler üzerine çok sayıda akademik çalışma yapmış bir akademisyen. Bu üstadımız bir gün mitolojiler hakkında düşünürken günümüze ulaşan tüm mitoloji hikayelerinin, destanların, efsanelerin ortak bir takım noktaları olduğunu fark ediyor. Diyor ki “Günümüze ulaşan tüm bu hikayelerde on yedi ortak kısım var. Demek ki bu on yedi adıma sahip olmayan hikayeler ya daha az akılda kalıcı olduğu için ya da insanların ilgisini daha az çektiği için günümüze ulaşamadı.” Ve sayısız mitten sayısız hikaye ile bu tezini Hero’s Journey kitabı ile yayınlıyor. Ama kitap akademik camiadan çok sinema camiasında ses getiriyor. Çünkü dönemin yapımcıları bu on yedi adımlık matematiği fark ettiklerinde GTA şifresi bulmuş gibi davranıp “Demek ki biz bu adımları filmler yapmak, kitaplar yazmak için kullanırsak insanların ilgisini daha çok çekebiliriz.” Diyorlar ve bu senaryo matematiğini gerçekten kullanmaya başlıyorlar. Tabii zamanla bu ekranda yer alan on yedi adımlık matematik, on iki adımlık matematiğe doğru bir sadeleşmeye gidiyor ama en nihayetinde bu akıl yürütmeleri işe yarıyor ve günümüzde bile hemen her filmde aynı senaryo matematiklerine yer veriliyor. Tıpkı Kung-fu Panda’da da olduğu gibi.
Şimdi üşenmeden size tek tek hikaye matematiğindeki hangi adımın, filmde hangi kısma geldiğini açıklayacağım. Özellikle sinema öğrencilerinin ve yazarlığa meraklı arkadaşların kulaklarını dört açmasını tavsiye ederim.
Hemen yukarıda gördüğünüz görselde bahsi geçen on iki adımlık matematiğin şeması yer alıyor. Gelin sizle birlikte tek tek bu adımları inceleyelim.
Adım bir: Sıradan dünya, rutin hayat. Filmin en başında sevimli pandamız Po’nun günlük hayatında yaptıklarını görüyoruz. Po günlük hayatta babasının dükkanında çalışan, boş zamanlarında da hayranı olduğu kişilerin figürleri ile oynayan, onlarla ilgili hayaller kuran biri. Po için geek veya nerd benzetmesi sanırım çok yanlış olmaz.
Adım iki: Maceraya çağrı, rutinin bozulması. Bu adım Po’nun Ejderha Savaşçısı seçilmesi.
Adım üç: Çağrının reddi, rutin hayatın bozulmasını engelleme. Bu sahnede Po’nun olayı reddedişini ve mahcup şekilde özür dileyişini görebiliyoruz.
Adım dört: Akıl hocasına danışma. Po hatırlayacağınız üzere bir noktada Oogway’le konuşuyor ona “Ejder Savaşçı gerçekten ben miyim? Bundan emin misin?” diye soruyor. İşte burası onun akıl hocasına danıştığı kısım.
Adım beş: İlk eşiği geçme. Yani olayların geri dönülemez bir noktaya ilerleyişi. Filmde burayı temsil eden kısım Tai Lung’un hapishaneden kaçışı.
Adım altı: Sınavlar, dostlar, düşmanlar. İlk testi geçiş ve dost ile düşman ayrımı. Filmde Po’nun ilk testi, pes edip etmemesi ve bu süreçte müttefiklerini tanıması. Usta Shifu gibi.
Adım yedi: Dibe batış, mağaranın en derin noktası. Adım yedi hikayedeki en çaresiz anı temsil eder. Bu, filmde Usta Oogway’in ölümü ve beşlinin Tai Lung’a kaybetmesi. Burada özellikle Usta Oogway’in ölümünden sonra Tai Lung’u daha önce durdurmayı başarmış tek kişinin ölmesiyle beraber yegane çare, Ejderha Savaşçı yani Po kalıyor.
Adım sekiz: Çile, en zorlu sınav. Burada kahramanımız en büyük çilesini görüyoruz. Filmde buraya denk gelen kısım Usta Shifu’nun, Po’yu fiziksel ve mental açıdan gerçekten eğitmeye başladığı kısım.
Adım dokuz: Ödül, kılıcı ele geçirme. Burada kılıç denince ilk akla gelen parşömen olabilir ancak yanlış. Burada Po’nun asıl silahı motivasyonu. Shifu eğer onu yemekle motive ederse kısa sürede kendini bile yenebilecek birine dönüşebileceğini fark ediyor. İşte burası onun kılıca ulaştığı kısım. Yani dokuzuncu adım.
Adım on: Eve dönüş yolu. Filmde buraya denk gelen kısım şu: Ejderha Tomarı’nın boş olduğu anlaşılınca Usta Shifu, Po’nun henüz hazır olmadığını düşünerek şehri boşaltma kararı alıyor “Tai Lung ile ben karşılaşacağım.” Diyor. Ve Po’yu uzaklaştırıyor ki eğitimine kendisi devam etsin ve normal bir hayat sürebilsin.
Adım on bir: Diriliş, kahramanın en güçlü anı. İşte burada parşömenin devreye girdiğini görüyoruz. Başta parşömen boş olduğu için önemsiz sansa da Po, babasının gizli tarifinin aslında olmadığını, özel olanın yemeği özel zannetmesi olduğunu fark ediyor. Bunun üzerine Po parşömendeki manayı çözüyor ve onu efsanelerdeki gibi birine dönüştürecek bir parşömenin var olmadığını, asıl gücün içinde olduğunu anlıyor.
Adım on iki: Dönüş. Kahramanın bu yolculuk sırasında edindiği tecrübeyi kullanması. Po burada Heroes Journey döngüsünde yani kahraman yolculuğunda öğrendiği tüm bilgileri Tai Lung’a karşı kullanıyor ve onu yenmeyi başarıyor.
Ve döngü sonlanıp tekrar rutin hayata dönüş yapılıyor.
Sanıyorum Joseph Campbell’in kitabının özeti bu şekilde çok daha rahat anlaşılıyor. Az önce dedim ya yapımcılar bunu fark edince GTA şifresi bulmuş gibi davrandılar diye. Bu durum gerçekten bu şekilde. Joseph Campbell, artık kültürel miras mı dersiniz, DNA’mıza kodlanan bir takım ortak zevkler mi dersiniz bilemem ama genetik kodumuzu çözmeyi başarmış. Bu sayede Kung-fu yapan bir panda hikayesini bile olağanüstü bir işe dönüştürebiliyoruz insanlar olarak.
Peki filmi efsane yapan tek şey bu mu? Sadece Heroes Journey döngüsüne dikkat etmesi mi? Tabi ki de hayır. Bir binanın aşırı sağlam yapılmış olması onu estetik açıdan hoş yapmaz. Çok sağlam bir bina da çok çirkin olabilir.
Gelin filmi efsane yapan diğer detaylara göz atalım. Öncelikle filmde harika bir Foreshadowing örneği yer alıyor. Usta Oogway rüyasında Tai Lung’un kaçtığını görünce Usta Shifu hapishanedeki nöbetçi sayısının arttırılması için bir ulak gönderiyor. Bunun üzerine Usta Oogway “Bazıları kaderden kaçarken aslında ona doğru ilerler.” Diyor. Ardından hapishaneye ulaşan ulağın döktüğü bir tüy sayesinde Tai Lung’un hapisaneden kaçabildiğini görüyoruz. Bu aslında bir tür “Kendi kendini gerçekleştiren kehanet”. Bir bakıma Pygmalion etkisi. Pygmalion etkisi bir işin olması ya da olmaması için alınan önlemlerin o olaya dolaylı yoldan sebep olmasına verilen bir tür genel ad.
Örneğin Matrix filmindeki o meşhur vazo sahnesi, bir Pygmalion yani kendi kendini gerçekleştiren kehanete örnek. İşte burada da benzeri bir durumu Usta Shifu’nun yaptığını görüyoruz.
Size muhtemelen Kung-fu Panda’yla ilgili hiç duymadığınız bir bilgi vereyim. Kung-fu Panda’nın orijinal bir iş olmadığını, başka bir yapımdan esinlenildiğini, hatta esinlenmenin biraz ötesine geçip bir tür çakma olduğunu söylesem bana inanır mıydınız?
Kung-fu Panda filmi kendinden önce çıkan Skunk-Fu ismindeki bir TV dizisinden esinlenilmiş bir yapım. Seride iyi kalpli, Kung-fu’da son derece yetenekli ve bilgili olan ancak yer yer saflığından kaynaklı aptallıklarıyla ön plana çıkan Kung-fu ustası bir panda var. Hatta seride Kung-fu Panda’ya yardımcı olan bir peygamber devesi de mevcut.
Kung-fu’yla ilgilenen bir peygamber devesi ve panda size bir yerden tanıdık geldi mi? Tanıdık gelmediyse seride yer alan Kung-fu Aslan’ı ve Ninja Maymun’dan falan da bahsedeceğim çünkü belki o zaman tanıdık gelir. Peki bu Kung-fu Panda filmlerinin kötü olduğunu mu gösterir? Hayır. Çünkü film o fikri alıp üzerine bir hayli inovasyon ekleyerek ortaya muhteşem bir iş çıkartmış. “Avatar 1” ve “Avatar: Suyun Yolu” gibi, Son Samuray’dan aldığı konuyu sadece içine uzaylıları ekleyerek önümüze koymamış.
Filmi efsane yapan bence en önemli kısım ise filmde kullanılan villain’ın karakterizasyon başarısı. Tai Lung cidden eşine az rastladığımız bir villain. Hem güçlü hem de karakterizasyon bakımından tutarlı.
Tai lung’un hapishanesinin gösterildiği ve onun kaçtığı kısımlar “Otoritenin Yıkımı” isimli bir senaryo tekniği kullanılarak hazırlanmış.
Eğer izleyiciler, okuyucular ya da ne bileyim dinleyiciler ilk kez biriyle karşılaşacaksa onun gücünü anlatmanın sadece iki yolu vardır. İlk olarak karakter hakkında kulaktan kulağa yayılan hikayeleri anlatabilirsiniz. İkinci olaraksa izleyicilerin tanıdığı, bildiği bir otoriteyi yenmesi ya da sarsmasını sağlayabilirsiniz. Gelin yine başka bir filmden örnek verelim. Avengers Infinity War’da Thanos’u ilk kez gördüğümüz zamanı hatırlayın. İzleyiciler onun fiziksel gücünü tam olarak bilmiyordu bu nedenle yönetmenler hemen filmin başına otoritenin yıkımı sahnesi ekleyerek onu Hulk ile karşı karşıya getirdiler. Thanos Hulk’u zorlanmadan yenince izleyiciler onun gücünü anlamış oldu.
İşte buradaki otorite de hapishane. Otoritenin yıkımını uygulamak için illa birini birine dövdürmeniz gerekmez. Kaçılması imkansız bir hapishaneden kaçmak da otoritenin yıkımına bir örnektir. Gerçi filmde birden fazla otoritenin yıkımı mevcut. Tai Lung’un beşliyi yenmesi hatta Usta Shifu’yu yenmesi otoritenin yıkımına örnek. Ancak asıl başarı bence burada değil. Asıl başarı karakter motivasyonunda.
Karakter motivasyonunu o kadar başarılı yapmışlar ki açıkçası Tai Lung ile empati yapıp ona hak vermemek elde değil. Çünkü Tai Lung üvey babası tarafından sürekli zorbalanarak büyütülmüş bir çocuk. Evet maalesef bazı gerçekleri kabul etmemiz gerek. Usta Shifu, Tai Lung’u büyütürken büyük bir zorbalık, hatta istismar gerçekleştirmiş.
Tai Lung filmin sonlarına doğru Usta Shifu ile dövüşürken ona “Beni bu hale sen getirdin. Benim hiç umurumda değilken Ejderha Savaşçı masallarını aklıma kim soktu? Beni kemiklerim çatlayana kadar kim çalıştırdı?” diyor. Ve maalesef haksız da değil. Türkiye’de yakın dönemde başlayan Amerika’da ise onlarca yıldır devam eden bir tür aile istismarı aslında bu. Amerika’da çok sayıda aile “Çocuğum sporcu olsun da bize baksın.” Diyerek çocuklar istese de istemese de çok erken yaştan itibaren çocuklarını spora yönlendiriyor. Sadece sporculuk için geçerli değil bu durum. Örneğin sekiz yaşındaki kızını alıp akşama kadar otuz farklı Hollywood seçmesine sokmaya çalışan aileler de sıkça görülüyor maalesef dünyada. Bakın çocuğuna bu konuda destek olmaktan, onu teşvik etmekten falan bahsetmiyorum. Çocukların öz benlikleri kaybolana kadar çocuklara yapılan baskıdan bahsediyorum. Üstelik çocuklar aile baskısından dolayı spora ilgi gösterseler bile profesyonel olamayabiliyorlar. Bu genelde çocukların psikolojilerinde ağır hasara neden oluyor. Daha da kötüsü bazen ebeveynler yeterince iyi olmadıkları için çocukları suçluyorlar.
Maalesef bizim ülkemizde de benzer örnekler var. Yok efendim çocuğum influencer olsun diye iki yaşında itibaren bir elinde kamera, diğer elinde oyuncakla çocukların çocukluğunu siken de var, çocuğum büyüğünce benim gibi yarışçı olsun diye kanunen yasak olmasına rağmen altı yaşındaki çocuğa araba ve motor kullandıran kişiler de. Şimdi bu istismar değil de nedir?
İşte maalesef ki Usta Kenan’ın, pardon, Usta Shifu’nun çocuğuna davranma şekli birebir bu. Çocuğunun Ejder Savaşçı olacağına inanan Shifu, çocuğa daha küçükken kemikleri kırılana kadar fiziksel aktivite yaptırmış hem de zihnini “Sen büyüyünce Ejder Savaşçı olacaksın.” Diye zehirlemiş. Usta Oogway de “Ejder Savaşçı o değil.” Dediğinde haliyle çocuk büyük bir hüsrana uğramış. Size soruyorum bu çocuk öfkelenmesin de kim öfkelensin? Size daha da üzücü bir şey söyleyeyim mi? Tai Lung’un Usta Shifu’yu babası olarak gördüğü için aslında tapınağa gelme sebebinin onla dövüşmek olmadığını, tek derdinin hakkı olduğuna inandığı parşömeni almak olduğunu fark ettiniz mi? Eğer Usta Shifu’nun ve Tai Lung’un ilk kez karşılaştığı bu sahneyi dikkatli izlerseniz. Tai Lung’un babasıyla dövüşmek istemediği için arkasını dönüp onun yanından ayrılmaya yeltendiğini ancak Usta Shifu gardını alınca fikrini değiştirip dövüşmeye başladığını görebilirsiniz.
Sahnenin biraz ilerisinde Tai Lung ilk darbeyi vurunca “Sırf senin zayıflığın yüzünden yirmi yıldır hapislerde çürüdüm” diye bağırıyor. Aslına bakarsanız burada da haklı. Tamam Tai Lung Ejderha Savaşçı olamayacağını anlayınca öfke nöbeti geçirip tapınaktakilere saldırıp sağı solu dağıtmış olabilir ama bildiğimiz kadarıyla kimseyi öldürmeden ve kalıcı zarar vermeden Usta Oogway tarafından etkisiz hale getirildi.
Sadece etrafı dağıtıp ona ait olamayan bir şeyi çalmaya çalışan birinin cezası sizce de ömür boyu hapis mi olmalı? Üstelik pek de insani sayılmayacak koşullardaki bir hapishaneden bahsediyoruz. Sırtına batırılan felç edici akupunktur iğneleri ile doğru dürüst nefes bile alamadan gardiyanların sebepsiz eziyetine maruz kalarak gün yüzü bile görmeden geçirilen yirmi yıl… Tai Lung’un tek bir cinneti bu denli büyük bir cezayı hak ediyor mu orası tartışılabilir ancak kim olursa olsun yirmi yıl boyunca bu işkenceye maruz kaldığında en nihayetinde öfkeden delirirdi.
Şimdi anladınız mı Tai Lung’a neden hak verdiğimi? Canlar ben çok nadir patolojik vakalar haricinde hiçbir çocuğun doğuştan dünyaya kötü geldiğine inanmıyorum. Bana ve pek çok araştırmaya kalırsa kişiliği genlerden çok çevre faktörleri oluşturuyor. Tüm çocukluğunu uyuşturucu ve alkol bağımlısı bir ailenin yanında geçiren bir çocuğa büyüyünce şişkin bir sabıka dosyası olduğu için tepeden bakmak bence çok mantıklı değil. Çünkü aynı ortamda büyüsem belki çok daha büyük yanlışlar yapacaktım. Anlatmaya çalıştığım şu: Hiçbir kötü, motivasyonsuz kötülük yapmaz. Daima arka planda kendine çok mantıklı gelen bir motivasyona vardır. Salt kötüler yalnızca küçük yaştaki çocuklar için olan masallarda yer alır.
Tai Lung’u pek çok açıdan haklı bulduğum için onun ölümü cidden beni üzmüştü. Hazır bu kadar Tai Lung’dan bahsetmişken size ufak bir detayı açıklamak istiyorum Tai Lung parşömeni ilk açtığında verdiği tepki bire bir Usta Shifu’nun verdiği tepkiyle aynıydı. Çünkü her ne kadar Usta Shifu ona çok zorlu bir çocukluk yaşatmış olsa da o yine de babasının oğluydu.
Film aslında aidiyet üzerinden de güzel bir anlatıya sahip. Filmin başını hatırlayın. Po babasının dükkanında çalışmaktan hiç mutlu olmayan ama babası tarafından ısrarla noodlecı olmaya yönlendirilen bir çocuk. Hayali olan Kung-fu ona o kadar uzak geliyor ki Kung-fu ustası olma fikri onun için yalnızca birkaç eğlenceli hayalden ibaret. Biz film boyunca Po’nun kendini bulma macerasını da görüyoruz aslında. İlk önce babasının noodle arabasını ardında bırakması. Burada Po hayalleri için ilk net adımı atıp festivale gidiyor arabayı ardında bırakarak. Film boyunca da çok iyi bir kişisel gelişim sergiliyor. Üstelik sadece fiziksel olarak değil ruhsal olarak da. Po kendini babasının dükkanına sıkışmış hissettiği için mutsuz bir kişilik. Mutlu olabildiği nadir anlarsa hayallere dalıp gittiği anlar.
Hani az önce kahramanın yolculuğu şemasından bahsederken dördüncü adım için akıl hocasına danışma demiştik ya. İşte sizi oraya götürmek istiyorum. Orada Usta Oogway Po’ya “Demek üzgünken yemek yiyorsun.” diyor.
Daha sonra Po, Usta şifu Shifu’dan Kung-fu eğitimi alırken Usta Shifu “Eğer yemek istiyorsan beni yenmelisin diyor.” Ve Po ile ufak bir hamur parçası için dövüşüyor. Po burada içindeki potansiyeli keşfedip nihayet kendini ait hissettiği bir yer buluyor. Hep hayalini kurduğu Kung-fu’ya kavuşuyor. Daha sonra Usta Shifu’yu yenince bu sefer yemeği yemekten vazgeçiyor. Çünkü kendini ilk kez tam anlamıyla mutlu hissediyor. Ne demişti Usta Oogway “Demek üzgünken yemek yiyorsun.” Po bu sahnede artık kendini üzgün hissetmediği için mantıyı yeme ihtiyacı duymuyor.
Film çok güzel repliklere de yer veriyor filmdeki bilge rolü Usta Oogway’e yüklendiği için haliyle en güzel replikler ona yazılmış. Filmde kayda değer çok fazla kaliteli söz olsa da özellikle Usta Oogway’in Po ile konuşurken söylediğinin ayrı bir yeri var:
“Pes et ya da etme. Noodle yap ya da yapma. Olmuş olanla ve olacak olanla çok fazla ilgilisin. Bir söz vardır: Dün artık tarih oldu. Yarın ise bir bilmece. Bugünse sana hediyedir. Bunun kıymetini bilmek gerekir.”
Cidden bu filmi çocukluğunda keşfetmiş insanları çok kıskanıyorum. Maalesef benim çocukken bu filmi izleme şansım yoktu. Ama bugün bile film bana çok iyi dizayn edilmiş, çok tatlı, üzerine düşünmeyi gerektiren birçok şeyle beraber muhteşem bir seyir keyfi vadediyor.
Filmin artılarından biri senaryoyu son saniye şansa bağlamamak için önceden hazırlaması. Örneğin peygamber devesi bir yerde Po ya akupunktur uygularken ona yağlarından dolayı kaslarına erişmek zor diyor. Dolayısıyla akupunktur uygulayamıyor. Filmin sonuna doğru Po’nun yağları sayesinde Tai Lung’un ona basınç nokta saldırısı yapamadığını görüyoruz. Yani Po’nun yağlı bedeni ona dezavantaj değil avantaj sağlıyor. Bunun alt yapısını hazırlamasalardı bu durum filme artı puan kazandırmaz aksine puan kaybettirirdi.
Son olarak size filmde yer alan harika bir ironiden bahsetmek istiyorum. Filmde Po’nun ejderha savaşçı olduğu öğrenilince herkesin verdiği ilk tepki ne oluyor? “Ama sen bir pandasın” film boyunca pandaların Kung fu yapmaya uygun olmadığı defalarca kez belirtiliyor. Peki soruyorum size sizce Usta Shifu hangi hayvan? Rakun falan aklınıza geldiyse gelmesin çünkü Usta Shifu bir kızıl panda. Evet yanlış duymadınız Usta Shifu bir kızıl panda. Yani film bize pandaların da kung fu yapabileceğini en baştan dolaylı yoldan da olsa göstermiş.
Sanırım şimdilik benden bu kadar. Hoşça kalın, iyi ki varsınız ve unutmayın ki çok seviliyorsunuz.