“Neden Efsane” serisi sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmış pek çok film ve diziyi gerek filmde yer alan metaforlar ve alegorik anlatımlar açısından gerekse filmi daha başarılı yaptığına inandığım teknik açılardan inceleyip, bu yanlarını açıklamayı hedefleyen bir makale ve video serisidir.
En vurucu bilgiyi öne almak istiyorum çünkü daha sonradan anlattıklarımı sadece bu bilgi ışığında değerlendirirseniz filmi efsane yapan yegane şeyi ya da şeyleri anlamış olursunuz.
Hepinizin bildiği gibi Anthony Hopkins, Kuzuların Sessizliği’nde yıllar önce tutuklanmış bir seri katili canlandırıyor. Hiç şüphesiz Anthony Hopkins’in performansı, filme sınıf atlatan en bariz özellik ancak onun bu olağanüstü performansının arkasında yatan role hazırlık süreci ekstra övgüyü hak edecek cinsten. Ağabeyimiz sekiz farklı eyalette randevu alabildiği tüm seri katilleri hapishanede ziyaret ederek onların jest ve mimiklerini elinden geldiğince analiz etmiş, bununla da yetinmeyen Anthony ağabey yakalanan ve mahkemesi devam eden bir seri katilin birden fazla duruşmasına katılarak bir seri katilin tavırlarının polis ve yargıç gibi devlet görevlileriyle konuşurken ne gibi farklılıklar gösterdiğini analiz etmiş. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Amerika ve İngiltere’de halka açık tüm seri katil dosyalarını incelemiş ve daha önce seri katil yakalayan ve randevu alabildiği her polisle görüşüp onlardan deneyimleri hakkında konuşmalarını istemiş. Anlayacağınız ağabeyimiz role bir tık fazla hazırlansa gerçek bir seri katile dönüşecekmiş.
Başta bunun bir tür Hollywood PR’ı olduğunu sansam da araştırdığımda olayın gerçek olduğunu gördüm ve bu beni baya bir şaşırttı. Anthony ağabeyimiz bu performansıyla Oscar’ın en prestijli olduğu dönemlerden birinde en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanarak ortalığı ayağa kaldırdı çünkü Anthony abinin Kuzuların Sessizliği’nde aldığı ekran süresi yalnızca on altı dakikaydı. O dönem itirazlar yükseldi “Hayır en iyi erkek ödülünü ona veremezsiniz, en iyi yardımcı erkeği ona verebilirsiniz. Filmde yalnızca on altı dakika görünen biri başrol olamaz.” dendi ama filmi izleyen aklı başında herkes bu filmi alıp götüren esas adamın Anthony Hopkinks olduğunu biliyordu.
Bu duruma çok yakın bana kalırsa elimizde tek bir örnek var. O da yine yaklaşık yirmi dakikalık performansı ile içinde bulunduğu filme lig atlatan Heath Ledger. Gerçekten aklıma bu denli büyük çok az oyunculuk örneği geliyor.
Neyse dediğim gibi o dönem Anthony ağabeye o kadar laf yapılmıştı ki “Hayır esas başrol o değildi.” diye daha sonraları Heath Ledger’a yardımcı erkek oyuncu ödülünü vermişlerdi.
Canlar tabi ki filmi efsane yapan tek şey Anthony Hopkins’in oyunculuğu değil. Yalnızca en bariz olanı aradan çıkarmak istedim. Birazdan öyle film okumaları yapacağım ki iddia ediyorum içinizden en az birden fazla kez “Vaov” tarzında bir tepki geçireceksiniz.
Filmin kullandığı hikaye anlatım teknikleri takdire şayan. Örneğin sahne geçişinden kaynaklı alternatif cümle tamamlamaları. Şimdi böyle söyleyince karışık oldu biliyorum ama açıklayacağım. 80’ler ve 90’larda daha çok kullanılan bu teknik nedense zaman içinde filmlerden silinip gitti. Teknik basitçe şu; bir karakter başka bir karaktere soru sorar. Ancak tam o anda sekans değişir ve aynı soruyu başkası cevaplar. Bu teknik o evrende hemen herkesin o konuda aynı fikirde olduğunu anlatmanın dolaylı bir yoludur.
Filmin henüz başlarında FBI’daki ağabeyimiz, Clarice Starling karakterine “Görüşme sırasınca onun ne olduğunu sakın unutma.” diyor. Clarice Starling “Peki o ne efendim?” diye soruyor. Tam abi cevap verecekken sekans değişiyor ve Hannibal Lecter karakterinin psikiyatristinden sorunun yanıtını alıyoruz. Psikiyatrist hiç tereddüt etmeden “O bir canavar.” yanıtını veriyor. Bu az önce de dediğim gibi bir olay ya da kişi hakkında genel, hemen herkesin ortak fikirde olduğunu gösteren bir anlatı. Ben bu tekniği çok severdim zaman içinde neden daha az kullanılmaya başladı inanın hiçbir fikrim yok. Galiba sadece modası geçti ancak böyle faydalı bir tekniğin “Abi o 80’lerde kullanıyordu ya.” deyip kullanılmaması da bana ayrı bir ilginç geliyor. Aynı şey yakın plan yüz çekimleri için de geçerli. En son ana akım sinemada Oppenheimer’de bol bol yakın plan yüz çekimini gördük, onu saymazsanız cidden son yirmi yılda önceki yirmi yıla nazaran çok azaldığını fark edeceksiniz bunun. Bence bu az önce de belirttiğim gibi basit bir trend meselesi değil. Bence artık oyunculara olan güvenin azalmasından kaynaklı çünkü bildiğiniz gibi günümüzde iyi oyuncu dendiğinde Anthony Hopkins gibi role hazırlanmak için her şeyi yapan metot oyuncuları değil spor salonunda daha fazla vakit harcayıp daha fazla steroid basan kişiler akla geliyor. Yani en azından çoğu insanın aklına onlar geliyor. Bu belki yetersiz veriden büyük çıkarım yapmaya dahil olacak ama cidden zaman içinde yakın plan yüz çekimlerinin azalmasını buna bağlıyorum.
Gelelim filmin ismine, Kuzuların Sessizliği. Hiç düşündünüz mü bu filme verilebilecek onlarca isim varken neden filmin içinden basit gibi görünen bir anın seçildiğini?
Kuzular pek çok farklı medeniyette saflığı, masumiyeti temsil etmesinin yanı sıra yine pek çok farklı kültürde kurbanlık kelimesi ile eş anlamlı olarak kullanılır. Kuzular sadece İslamiyet’te değil Orta Doğu din geleneğinin kökeni diyebileceğimiz Musevilik’te de birden çok hikayede yer alırlar. Hatta Truva mitolojisinde bile çok benzer bir hikaye yer alır. Ama gelin önce İslam’a değinelim.
Hazreti İbrahim bir gün rüyasında Allah’la konuşur ve Allah ona onun en sevdiği varlığı olan oğlu İsmail’i kurban etmesini söyler. Hz İbrahim uyanınca rüyasından emin olamaz ve emin olana kadar beklemeye karar verir. Ancak Hz İbrahim üst üste üç gün aynı rüyayı görünce bunun Allah’ın bir isteği olduğundan emin olur ve oğlu İsmail ile beraber bir yürüyüşe çıkar. Hz İbrahim rüyasını oğluna anlatır, İsmail ise “Baba Allah ne emrettiyse onu yerine getir. Allah izin verirse benim de sabredenlerden olduğumu göreceksin.” der ve bunun üzerine Hz İbrahim, oğlu İsmail’in boynunu bir taşın üstüne gelecek şekilde yatırır. İki kez oğlu İsmail’i kesmeyi dener ancak her ikisinde de bıçağın İsmail’i kesmediğini görür. Tam üçüncüye deneyeceği sırada gökten bir meleğin elinde bir koç ile indiğini görür ve Allah’ın artık İsmail’i değil koçu kurban etmesini istediğini anlar. Oğluyla beraber koçu kurban ettikten sonra şükür namazı kılar. Saffat suresi 105 ve 106. Ayette der ki “Ey İbrahim rüyanı gerçekleştirdin, biz iyileri böyle mükafatlandırırız bu şüphesiz çok açık bir imtihandır.”
Canlar burada bu anlatımın mezhepten mezhebe cemaatten cemaate farklılık gösterdiğini belirtmek isterim, yani ufak farklar için “O öyle değil böyle.” diyecekseniz bilin ki bir başka birine göre de sizin anlatımınız yanlış olabilir. Neyse dediğim gibi bu kurban geleneği Orta Doğu’da İslamiyet’ten önce Museviler’de de vardı. Tevrat’ta geçen hikaye ise Hz İbrahim’den çok daha eskiye dayanıyor.
Tevrat’taki hikayeye göre tanrı Hz Adem’den bir kurban getirmesini istiyor. Bunun üzerine Hz Adem, Habil ve Kabil’e en sevdikleri, en değer verdiği şeyi kurban getirmelerini istiyor. Habil en sevdiği kuzusunu kurban verirken Kabil yetiştirdiği meyveleri kurban veriyor ve tanrı Kabil’in değil Habil’in kurbanını beğeniyor, bu nedenle kuzu kurban etme geleneği doğuyor. Ancak Tevrat kulaktan kulağa binlerce yıl boyunca aktarılan bir anlatı olduğu için hikâyenin alternatif bir versiyonu da var. Bazı Musevi kaynaklar der ki: Kabil’in en sevdiği, en çok değer verdiği şey kardeşi Habil’di. Bu nedenle tanrı en değer verdiği şeyi kurban etmesini emredince kardeşini kurban verdi ve Habil ilk kurban oldu. Ancak Habil’e üzülen tanrı daha sonra insan kurban edilmesini istemedi ve kuzu kurban edilmesini emretti.
Gelelim Truva mitolojisine. Tüm Truva hikayesini anlatmam pek mümkün değil ama konuyla ilgili kısmı hızlıca anlatacak olursam , genç prens Paris misafir olarak gittikleri Sparta’da Sparta kralı Menelaus’un karısı Helen’le birlikte Truva’ya kaçar. Menelaus ise tüm önde gelen insanlardan karısını geri almak için yardım ister. Ve abisi Agamemnon önderliğinde devasa bir donanma kurarak Truva’ya sefere çıkmaya hazırlanırlar.
Ancak gemileri hareket ettirmesi gereken rüzgar çıkmaz, günlerce haftalarca beklerler ama yaprağı kımıldatacak kadar bile meltem esmez. Bunun üzerine donanmadan sesler yükselmeye başlar ‘’Tanrılar Agamemnon’u istemiyor.’’ der herkes. Bunun üzerine Agamemnon bir kahin çağırarak tanrılarla konuşmasını ister. Kahin, Olimpos’ta tanrıların huzuruna çıkar tüm tanrılar sessiz kalırken okçuluk ve av tanrısı Artemis konuşur. Der ki; “Agamemnon bir avı sırasında benim kutsal geyiğimi vurdu onu bu yüzden cezalandırıyorum. Eğer cezasının kalkmasını istiyorsa en sevdiği kızını kurban etmesi gerekiyor.’’ Agamemnon Artemis’in bu istediğine başta karşı gelse de sefere çıkmanın ve onurunu korumanın tek yolunun bu olduğunu anlayınca bir emir verip kızını yakalatır. Kızını bir sunağa bağlayan Agamemnon kızının inanılmaz yalvarışları içini parçalasa da onu kurban etmeye karar verir ve tam kızını öldürecekken kızının yerini bir geyik alır. Başta şaşıran Agamemnon bunun Artemis’in istediği olduğunu anlar ve geyiği kurban ederek kanını Ege Denizi’ne döker ve deniz tekrar rüzgara kavuşur. Bu sayede Agamemnon kardeşinin karısını geri almak için başlattığı sefere devam edebilir.
Hemen aşağıdaki görsele bakacak olursanız Agamemnon’un kızının tam kurban edilecekken okçuluk ve av tanrıçası Artemis’in ona acıdığını ve gökten onun yerine kurban edilmesi için melekvari bir varlık tarafından indirilen geyiğin resmedildiği, şu an Napoli Ulusal Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen milattan sonra 1. Yüzyılda yapılan o meşhur eseri görebilirsiniz.
Bir sonraki görselde ise Hannibal Lecter’ın çizdiği, elinde kuzu tutan Clarice Starling’in resmini görebilirsiniz. Resme dikkatli bakacak olursanız arkada çok sayıda çarmıha asılmış beden görebilirsiniz ki hatırlatmakta fayda var İsevi mitolojisinde İsa insanların günahına karşı kendi kurban ederek insanların cennette kabul edilmesini sağlamıştır.
Mitolojik anlatılarda genelde kurban ya İslamiyet’teki gibi inanç sınamak ya da Yunan mitolojisinde olduğu gibi bir felaketi ya da musallat olan kötü ruhu durdurmak için kurban verilir. Ancak kurban geçmişte sadece tanrılara değil kötü ruhlara da verilmiş. Bazı toplumların kötü ruhların musallatlarını durdurmak ya da bir başka kötü ruhtan kurtulmak için yine bir başka kötü ruha kurban verdiği de olmuştur. İşte filmin anlatısı da buradan geliyor.
Filmde felaket, kötü ruh ya da musallat olarak adlandırabileceğimiz olay ya da varlık seri katil ve bu seri katil insanların tek başına durduramayacağı kadar büyük bir felaket. İnsanların onu durdurmak için yapabileceği tek şey, başka bir tanrıya ya da kötü ruha kurban vermek.
İşte bu görevi filmde FBI ajanımız Crawford (Kırafford) yerine getiriyor. Daha mezun bile olmamış genç, güzel ve masum bir kuzu seçip Hannibal Lecter’a kurban olarak gönderiyor. FBI ajanımız bu felaketi zamanında durdurmanın tek yolunun Hannibal Lecter olduğunun farkında. Bu nedenle elinin altındaki sayısız ajanı değil de kötü ruhun hoşuna gidebilecek bir kurbanı seçiyor.
Nasıl? Filmi mitoloji üzerinden okumak size yeni perspektifler katıyor değil mi?
Filmde Hannibal karakterinin insanüstü olduğunu gösteren yan anlatılar da mevcut. Örneğin yan odasında bulunan kişilik bölünmesi yaşayan bir akıl hastasını yalnızca konuşarak kendi dilini yutturma suretiyle intihar etmesini sağlıyor. FBI’ın ya da polisin aksine daha ilk andan itibaren Buffalo Bill’in kim olduğunu bilen tanrısal bir bakış açısına sahip. Bu ve bunun gibi sayısız detay az önce yaptığımız okumayı destekliyor.
Canlar izninizle bir şey eklemek istiyorum tüm bu okumaları ben ve Okan isminde bir arkadaşım, beraber yaptık. Yani pek çok Türk içerik üreticisi gibi yabancı kaynakların içeriklerini çevirip önünüze koymuyoruz. Bu okumanın yer aldığı yerli ya da yabancı tek bir kaynak varsa bana mail atın. Söz veriyorum o kaynağı paylaşacağım. Demem o ki ister inanın ister inanmayın bu tür bir okuma için inanılmaz bir zihinsel ve fiziksel emek harcıyoruz. Eğer bu tür yüksek emek gerektiren orijinal okumaların devamının gelmesini istiyorsanız lütfen bize destek olun. Aksi halde maalesef istesek de bu tür kaynakları oluşturmamız pek mümkün olmayacak. Destek olan herkese şimdiden çok ama çok teşekkür ederim.
Clarice Starling hikayenin kurbanı yani kuzusu olduğunu çok sonradan anlıyor. Başta bir gerçeği onun yüzüne vuran ilk kişi Hannibal Lecter’ın doktoru. Doktor, Clarice Starling’e diyor ki ‘’Cawford seni kullandığı için çok akıllı değil mi?’’ Bunun üzerine Clarice ‘’Anlamadım.’’ deyince ‘’Hannibal sekiz yıldır kadın görmedi. Siz tam onun ağzına layık, onu tahrik edecek genç bir kadınsınız.’’ diyor. Bu ithamdan rahatsız olan Clarice, Hannibal Lecter’la konuşmaya başlayınca doktorun haklı olduğunu, onu oraya gönderen amiri Crawford’un onu kurbanlık bir kuzu olarak oraya gönderdiğini fark ediyor.
Gelelim Clarice Starling’in ilk sessiz çığlığı ve kadının metalaştırılmasına. Filmde pek çok yerde Clarice’in metalaştırıldığını görebiliyoruz özellikle o dönem FBI’da çalışan ajanların ezici çoğunluğunun erkek olduğunu göz önünde bulunduracak olursak bunun sebebini daha iyi anlayabiliriz.
Özellikle filmin başında yer alan asansör sahnesinde bu durumu çok net görebiliyoruz. Clarice Starling asansöre bindiğinde ağzına kadar asansör dolu olmasına rağmen asansördeki tek kadın o.
Ya da filmin yirmi birinci dakikasına göz atacak olursanız Clarice’in FBI eğitim tesisinde koşu yaparken aynı parkurda koşu yapan erkeklerin ona laf atarak onu hakir gördüğünü görebilirsiniz.
Filmin otuz dokuzuncu dakikasına gidersek Clarice’in amirinin erkeklerle dolu bir odada bir seks suçunun detaylarını Clarice de FBI adına çalışsa da “Bir kadının önünde konuşmak istemiyorum.’’ diyerek komiseri özel bir konuşmaya çekmesi. Bunlar Clarice’in metalaştırıldığını en net görebildiğimiz sahneler. Amirinin onu genç ve güzel olduğu için seçtiğini de unutmayalım. Her ne kadar bunu en iyi öğrencisi olmasına bağlasa da temelde yatan sebep onun güzelliği. Üstelik bu metalaştırma FBI’a özgü bir şey değil. FBI dışında da benzer metalaştırmaları görebiliyoruz. Örneğin Hannibal Lecter’ın doktoru onun zekasıyla değil güzelliği ile ilgileniyor. Tüm bu detayları içten içe bilse de bunları görmezden geliyor. Hannibal Lecter’ın yan odasında bulunan akıl hastası Clarice’in yüzüne boşalana kadar bu böyle devam ediyor. Bu olay karşısında kısa bir şoka giren karakterimiz doktor ve Hannibal Lecter’ın ona seslenmesiyle kendine geliyor ve Hannibal Lecter ona bu durum için üzgün olduğunu, kabalığa tahammül edemediğini söylüyor ve onun bozulan moralini düzeltmek için ona ihtiyacı olan bir bilgi veriyor.
Akıl hastanesinden ayrılırken Clarice Starling’in benim sessiz çığlık olarak nitelendirdiğim ağlamasını görüyoruz. Buradaki ağlama aslına bakarsanız bir alegorik anlatım barındırıyor.
Hatırlarsanız Clarice, Hannibal’a bir çocukluk travmasını anlatıyor. Kesilmek, diğer bir deyişle kurban edilmek için bekleyen kuzuları kaçırmak için ahır kapısını açtığını ama kuzuların kaçmayıp sessizce beklediğini söylüyor. Bu ağlama sahnesinde ise Clarice o kurbanlık kuzulardan bir farkı olmadığını anlasa da kaçmak yerine sessiz bir çığlık atarak yani kimsenin görmediği bir yerde ağlayarak kaderini kabul edip kurbanlık rolünü oynamaya devam ediyor.
Filmdeki bu mitoloji anlatısı filmin kalanında da devam ediyor. Çünkü Clarice Starling her ne kadar Hannibal Lecter isimli insanüstü varlığa kurban edilmiş olsa da varlık; Allah’ın İsmail’e, tanrıça Artemis’in Agamemnon’un kızı Iphigenia’ya gösterdiği gibi merhamet gösteriyor ve onun canını bağışlıyor. Üstelik bağışlamakla da kalmıyor bir nevi ödüllendirip onu koruyor.
Clarice’in yüzüne boşaldığı için Hannibal, yan odasında yatan hastayı öldürüyordu hatırlarsanız. Clarice, Hannibal bunu yaptığı için ona tepki göstermiyor. Hatta bir miktar minnet duyuyor ona bunu yaptığı için.
Hani demiştim ya Hannibal Lecter insanüstü bir varlık bir kötü ruh olarak yansıtılmış diye bu okumayı gelin bir sahneyle daha destekleyelim.
Filmin dokuzuncu dakikasında kuş bakışı bir sahne var. Clarice ile doktorun, Hannibal Lecter’ın yanına gitmek için geçmesi gereken merdivenler bu sahnede kolaylıkla görülebiliyor. Eğer dikkat ederseniz sahnede tam olarak 7 merdiven var bu Hannibal’la konuşmak için cehennemin 7. Katına inmeyi sembolize eden harika bir anlatım. Bu arada 7 kat cennet 7 kat cehennem ya da 7 rakamının kutsallığı gibi bir ifade sadece İslamiyet’te yer almaz. Pek çok farklı mitolojide yer alır. Çünkü eski insanlar gökyüzüne baktığında yalnızca 7 adet hareket eden gök cismi görebilmişlerdir bunlar sırasıyla Güneş Ay ve Dünya’dan çıplak gözle görülebilen 5 gezegen olan Merkür, Uranüs, Jüpiter, Neptün ve Satürn şeklindedir ki bu gezegenlerin her biri mitolojik tanrılardan isimlerini almışlardır ama bu başka bir zamanın konusu. Neyse sahneye dönelim. Ne demiştik merdivenler cehennemin 7 katını temsil ediyor, ancak siz de takdir edersiniz ki bu okumayı yapması oldukça zor. Benim gibi mitolojiye oldukça meraklı olsanız bile bu refleksi geliştirmediyseniz bu okumayı yapmakta zorlanabilirsiniz. Yönetmen de aynı fikirde olacak ki sahneye bir ipucu daha koymuş. O da doktor ile Clarice’in en alt kata yani tabiri caizse cehennemin 7. Katının kapılarına ulaştıklarında sekans aniden kırmızı bir tona kavuşuyor. Kırmızı parmaklıkların hemen yanında ikili konuşurken hemen her mitolojide cehennemin tasviri olan kırmızı rengi yüzlerine vuruyor.
Arkadaşlar gerçekten şöyle filmleri özlüyorum ya. İnanın geçmiş güzellemek, ‘’Eski zamanlar daha iyiydi.’’ romantizmi yapmak benim pek adetim değildir. Ama eskiden ana akım sinemada bile bu tür harika okumalar yapabiliyorduk. Genel kitleye hitap eden filmlerin yönetmenleri bile farklı anlam katmanları ekleyerek efsane işler ortaya çıkarıyordu. Günümüzde maalesef ana akım sinema dediğimiz gişe sineması bundan çok uzaklaştı. Artık herkese hitap eden filmler çok nadiren bu tür derinlikler barındırıyor içinde. Bu tarz bir derinlik arıyorsanız sadece elimizde sanat filmleri geliyor ki onlarda maalesef son 20 yıldır ırkçılık kötüdür, cinsiyetçilik kötüdür, alkolik olmak kötüdür, uyuşturucu bağımlısı olmak kötüdür gibi birkaç ana başlık dışında, sanat filmleri izleyen kitlenin zaten bildiği ve farkında olduğu gerçekleri tekrarlamaktan öteye gidemiyor. Sırf bu nedenle sanat filmlerinden bile soğudum. Evet biliyorum alkolik olmak kötü bir şeydir bunu aklımda tutmak için her yıl bununla ilgili sekiz sanat filmi izlemesem de olur.
Neyse uzun lafın kısası bir zamanlar genel kitleye hitap eden Hollywood filmlerinin bile kendi içinde oldukça tatmin edici derinlik içermelerini özlüyorum. Keşke günümüzde de aynısı yaşansa.
Canlar gelin film okumaya biraz ara verip daha önce kadının metalaştırılması üzerinden okuduğumuz akıl hastasının Clarice Starling’in yüzüne boşalması sahnesini bir de senaryo tekniği açısından ele alalım.
Canlar, kural basittir eğer bir izleyici filmde yer alan karakterleri umursamazsa o karakterle empati kuramaz. Dolayısıyla filmin içine de giremez. İnsanların karakterlerinizi umursamaları başvurabileceğiniz yedi sekiz kadar yol olsa da içlerinden en klasik, en kolay ve en kesin olanı karakteri haksızlığa uğratmaktır. Çünkü insan doğası gereği haksızlığa uğrayanlarla empati kurabilir. Çünkü istisnasız her insan bazı konularda haksızlığa uğradığına inanır. Eğer bir senaryo yazarsanız ve senaryoda karakterinizi yerinde, zamanında uygun bir şekilde haksızlığa uğratırsanız filmin kalanı izleyiciler için çok daha önemli olacaktır. Bakın yazın bu tür bilgileri aklınızın bir köşesine. Bunlar altın bilgilerdir. Öyle çarşıda, pazarda, apartman üniversitesinde, hatta iyi bir sinema bölümüne sahip olduğunu iddia eden üniversitelerde bile pek sık karşınıza çıkmaz.
Filmi efsane yapan bir diğer şeyse filmde boş sahne olmaması. Filmde her bir sahne ana hikayeye ya da bir yan hikayeye hizmet ediyor. Örneğin filmin yirminci dakikasında Clarice karakterinin bir rehine kurtarma tatbikatına katıldığını görüyoruz. Sahnede her şey yolunda giderken tatbikat Clarice’in sol arka köşeyi kontrol etmemesinden kaynaklı başarısızlıkla sonuçlanıyor.
Ancak maalesef Clarice bu hatasından ders çıkarmayı başaramıyor ve filmin sonunda evin içinde Buffalo Bill’i ararken yine köşeyi kontrol etmediği için kendini çok dezavantajlı bir duruma sokuyor. Dediğim gibi filmde her bir detayın hikayeye katkısı var.
Filmde yer alan yine güzel bir alegorik anlatıma yer vermek istiyorum. Filmin elli yedinci dakikasında kamera Clarice karakterine bakarken Hannibal karakterinin yansımasını camdan görüyoruz. Hannibal karakterinin kafası ile Clarice karakterinin kafası bir miktar kesişiyor. Bu sahne hem Hannibal karakterinin yavaş yavaş Clarice karakterinin kafasına girmeye başladığını hem de aralarındaki sınırın yavaş yavaş kalktığını bize gösteriyor.
Gelin şimdi bu sahneyle bağlantılı olarak filmin birinci saat onuncu dakikasına gidelim. Clarice son kez Hannibal Lecter ile konuşmak için yanına gidiyor. Hannibal Lecter parmaklıklar ardından Clarice ile konuşuyor ve bu sefer bilgi karşılığında onun en özel anılarını istiyor. Clarice ise çaresiz ona en derin sırlarını anlatıyor işte tam bu noktada birinci saat onuncu dakikada kamera yavaşça Hannibal Lecter’a doğru yaklaşıyor ve en nihayetinde kamera parmaklıkların arasından geçiyor. Bu Clarice ile Hannibal’ın arasında artık bir engel kalmadığını anlatmak için bence muazzam bir tercih olmuş.
Gelelim sinema dünyasının en ikonik ters köşelerinden birine. Canlar, Hannibal Lecter’ın yüzünü değiştirerek polisleri aldatması bence müthiş zeka içeren bir işti. Neden zeka içeriyordu derseniz hemen açıklayayım. Biz bu sahneyle birlikte Hannibal Lecter’ın, Clarice Starling’in aksine kendini geliştirmeye daha müsait olduğunu görüyoruz. Çünkü Buffalo Bill’in kurbanlarının derisini yüzmesinden ilham alarak bu tekniği kendi de uygulamaya karar veriyor. Ama izleyiciler genelde onun bu tekniği kullanmaya başlayacağını, daha da önemlisi bunu kullanarak kaçacağını hiç akıl etmiyor. Bu kaçış sırasında da yine şairane diyebileceğim bir alegorik anlatım görüyoruz.
Buffalo Bill trans olmasa da kendini trans olduğuna inandırmış, ciddi zihinsel sıkıntıları olan bir katil. Hatırlarsanız her cesedin içinde Asya’ya özgü bir güve vardı. Güvenin tam ismi Acherontia Atropos. İsmin kökeni Yunan mitolojisinde geçen Acheron Nehri’nden. Mitolojiye göre bu nehir yaşayanlarla ölülerin diyarını ayıran bir nehir. Güvenin tam isminde yer alan Atropos ismiyse yine Yunan mitolojisinde insanların yaşam iplerini kesen bir tanrıçadan türetilmiş. Bu nedenle diğer bir ismi de ölüm kafası güvesi olan bu güve pek çok kültürde ölümün ve yeni bir hayatın habercisi olarak anılmış.
Buffalo Bill’in kafaya bu güveyi takmasının sebebi neydi? Kendini trans zannetmesi ve hak etmediği bir bedende sıkıştığını düşünmesi. Buffalo Bill kadınların derisinden yaptığı yeni cilt ile kendini tıpkı güve gibi bir nevi kelebeğe dönüştürebileceğine inanmıştı. Buffalo Bill ölüm başlı güve ile özleşen ölüm habercisi sıfatını layığı ile yerine getirmiş ancak henüz kelebeğe dönüşmeden durdurulmuştu. Peki filmde kelebeğe dönüşen biri olmadı mı? Tabi ki oldu. Hannibal Lecter, Buffalo Bill’den aldığı ilham ile derisini değiştirerek oradan kaçıp tıpkı bir kelebek gibi özgür olmayı başarmıştı. Şimdi size Hannibal Lecter’ın kaçarken geride bıraktığı polislerden birinin cesedini göstermek istiyorum. Hannibal Lecter kaçarken polislerden birini kozasından çıkan bir kelebek misali kanatlarını açmış uçuyor şeklinde resmetmiş.
Tüm bu bilgiler ışığında sanıyorum ki güve üzerinden yapılan alegorik anlatımlar daha bir anlamlı daha bir keyifli geliyordur. En azından bana öyle geliyor. Bence bu alegorik anlatım bile filmi tek başına efsane yapmaya yetiyor.
Şimdi sizden açıkça destek istiyorum. Buraya kadar okuduysanız biliyorum ki kemik kitledensiniz. Birikmiş hatrımı burada bozdurmak istiyorum. Lütfen bana destek olun.
İyi ki varsınız ve unutmayın ki seviliyorsunuz.
2 yorum
Filmografı burada görmek bizi çok mutlu ediyor.
Müthiş incelemişsiniz