“Neden Kestane” serisi “Neden Efsane” serisinin kötü ikizi gibi düşünülebilir. Bu seride başarısız bulduğumuz film ve dizileri teknik yönlerinden neleri beceremediği biraz mizah eşliğinde elimizden geldiğince anlatmaya çalışılmaktadır.
Canlar naber?
Neden Kestane Oscar Ödülleri, Neden Kestane serisine başladığım günden beri yapmak istediğim bir şeydi ancak geçen haftalarda paylaştığım bir içerik bunu hızlandırmama neden oldu. Anthony Hopkins’in Kuzuların Sessizliği filmine hazırlanmak için neler yaptığını anlattığım bir inceleme yayınlamıştım. Orada “Anthony Hopkins bu performansı sayesinde bir zamanlar çok prestijli olan ‘En İyi Erkek Oyuncu Oscarı’nı kazandı.” gibi bir ifadeye yer verince pek çok insandan “Ne yani şu an prestijli bir ödül değil mi?” gibisinden yorumlar aldım. Ben de dedim ki “Herkese tek tek anlatmak yerine bunun üzerine video bir içerik hazırlayayım.”
Canlar, öncelikle Oscar’ın kuruluşuna gidelim. Oscar, sanılanın aksine aslında tüm dünya filmlerini kapsayan bir ödül töreni olarak başlamadı. Amacı Amerikan film sektöründe o yıl önemli bir başarıya imza atan kişilerin tebrik edilmesiydi ve ilk başta sadece 26 kişi oy kullanıyordu. Yani kısaca kendileri çalıp kendileri oynuyorlardı. Sonra zaman ilerledi ve bu sayı giderek arttı. Akademinin amacı biraz değişti. Artık “Kendi aramızda eğlenelim” demiyorlardı. Devasa reklamlarla Oscar ödüllerini endüstriyel bir enstrümana dönüştürmüşlerdi.
Aslında ilk zamanlarında ve orta zamanlarında da Oscar’ın ciddi bir problemi vardı. Mesela Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar filmi o yıl Oscar’ı kazanmayı geçtik, aday bile gösterilmemişti. Ya da Once Upon A Time In America ve The Shining gibi filmler aday bile gösterilmiyorlardı. Bunun çok sayıda sebebi olsa da özel adaylık şartlarını yerine getirseniz bile yapmanız gereken bir dünya yazılı olmayan kural vardı. Artı olarak zaten Oscar hiçbir zaman tarafsızlık konusunda başarılı olamamıştı. Örneğin eğer bir korku filmiyseniz çok nadir bir iki istisna haricinde adaylığınız bile mümkün değildi. Yine de tüm bu saydığım maddelere rağmen Oscar bir noktaya kadar insanların gözünde de saygınlığı olan bir ödüldü. Özellikle günümüze nazaran çok daha saygın bir ödüldü. Burada ne demek istediğime, neye göre nispeten günümüze göre daha saygın olduğuna incelemenin en sonunda değindim.
İşler zamanla değişmeye başladı. Mesela Oscar So White kampanyası başladı ve akademi üyelerinin çoğunun yanlı beyaz adamlardan oluştuğu ve bunun değişmesi gerektiği söylendi ki buna ben de katılıyorum. Cidden Oscar’daki beyaz üstünlük can sıkıcı seviyedeydi ancak akademi tam da kendisinden beklendiği gibi kaş yapayım derken göz çıkardı. Üyelerin ortalama yaşlarını gençleştireceğiz diye yeni akademi üyeleri almaya başladılar ancak öyle yüz, iki yüz kişi değil biner biner insan almaya başladılar.
En son akademide oy kullanan kişi 10 bin kişiyi geçmişti. “Peki, bunda ne sorun var? Daha fazla kişinin oy kullanması daha doğru sonucu göstermez mi?” diyebilirsiniz. Gerçi demezsiniz, sonuçta Türkiye’de yaşıyorsunuz.
Canlar, eğer otuz kişinin ya da kırk kişinin oy kullandığı bir oluşumda oy kullanıyorsanız kendinize jüri diyebilirsiniz. Ancak eğer 10 bin kişinin oy kullandığı bir yerde oy kullanırsanız kendinize jüri değil en fazla seçmen diyebilirsiniz ve eğer bir yerde seçmen varsa orada politika ve lobiler vardır. Günümüzde film stüdyolarının Oscar adaylığında en büyük sorunu ne, biliyor musunuz? Akademi üyelerine filmleri izletmemeleri çünkü izletemiyorlar. Düşünün, Oscar’da oy kullanacak birisiniz ama tüm filmleri izlemiyorsunuz.
Parasite filmi Oscar’dan bir ay önce altın küre kazanınca filmin yönetmeni teşekkür konuşmasında “Lütfen alt yazılı diye filmi izlememezlik yapmayın, izleyin.” diye akademi üyelerine yalvardı. Bu aslında Oscar ödüllerinin neden ciddiye alınamaması gerektiği konusunda en önemli nedenlerden biri. Akademi üyeleri resmen filmleri izlemiyorlar bile.
Avengers End Game en iyi görsel efekt ödülünü kazanamadı çünkü “Marvel çocuklar için lunapark gibidir.” diyen akademi üyeleri bu filmi izlemedi bile. İzleyenlerin bir kısmı da Marvel’ın hızlı büyümesinden ve süper kahraman filmlerinin sinema sektörüne hızla yayılmasından rahatsız olduğu için bilerek ve isteyerek oy vermedi.
Bu son söylediğimin bir varsayım olduğunu varsayabilirsiniz. Öyle düşündüğünüzü varsayarak size varsayımsal bir cevap vereyim. Hayır, bu söylediğim bir varsayım değil, kanıta dayanıyor. Zaman içinde çok sayıda akademi üyesi Marvel gibi çizgi roman stüdyolarının büyümesinden rahatsız olduğunu ve hiçbir halükarda Oscar için bir çizgi roman filmine oy vermeyeceklerini açıkladı. Düşünsenize, bunu açıklayan birinin oy kullandığı bir sistem ne kadar objektif olabilir?
Çizgi roman filmlerinin bir ara aşırı pohpohlanmasından ben de rahatsızım ancak Oscar’da oy kullansam koca bir film kategorisi için bu denli büyük bir ön yargı sergilemezdim. Aslında çizgi roman bu konuda ilk değil. Oscar daha önce de muhafazakârlık yapıp harika filmleri sırf türünden dolayı Oscar’dan uzak tutmuştu. Az önce kısaca bahsettim, detaylarına girelim biraz. Örneğin fantastik bir filmseniz ödül almanız normalden yirmi kat falan daha zordu çünkü o dönemin akademi üyelerinin ortalamasına göre fantastik filmler çocuklar içindi ve çocuk filmleri Oscar almamalıydı. Bu önyargıyı her ne kadar Yüzüklerin Efendisi serisi biraz yıksa da hala bu ve bunun gibi pek çok kitlesel ön yargı hala var, geçmişte de vardı. Detaylarına girmeyeceğim ama aklınızda bir fikir oluşması için bir örnek daha vereyim. Dijital platform filmleri de buna bir örnek. Zamanında Martin Scorsese gibi eski otoriteler Netflix filmlerine “Onlar televizyon filmi, asla Oscar’da yerleri yok.” gibi çok sayıda ifade kullandı. Sonra The Irishman filmine hiçbir stüdyo para vermeyince fellik fellik Netflix’le anlaşıp filmine Oscar kazandırmaya çalıştı ama olsun, siz ne demek istediğimi anladınız.
Gelelim jüri sayısına. Tekrar belirtmekte yarar var. Şu an Oscar’da 10 binden fazla kişi oy kullanıyor. 10 bin jüri mi olur? Bu bildiğiniz zırvalık. Onlar jüri değil seçmendir. Yine az önce bundan kısaca bahsettim ama gelin tekrar konuyu irdeleyelim.
Çoğu ülkede seçimler nasıldır? Birden çok aday vardır ve insanlar kendi hür ve özgür iradeleriyle kendileri ve ülkeleri için en iyi sonucu doğuracak adayı belirlemeye çalışıp oy verirler. Tamam tamam, şaka yaptım. Bu sadece ütopik bir düzende yaşanabilir. Gerçek hayatta işler şu şekilde ilerler; örneğin Gaz Lambası Partisi isminde bir parti birini aday yapar. Aday insanlardan oy ister ancak bunun yanı sıra aşiret liderlerinden, cemaat liderlerinden de oy ister ve karşılığında onlara tamamen duygusal geri dönüş sağlar. Mesela Tükürükçüler diye bir cemaat var, bu cemaatin 200 bin oyu var. Gaz Lambası Partisi Tükürükçüler Cemaati’ne gider “Tüm cemaat bize oy versin, biz de senin damada devlet ihalesi verelim.” der. İşte bu çirkin pazarlıklar var ya, Oscar’da da oluyor.
Mesela Oscar’ın içinde sayısız küçük grup olsa da üç adet ana büyük grup mevcut. Bunların ilki siyahiler. İkincisi LGBT’liler. Bu iki gurup kendi aralarında inanılmaz bir koordine ile hareket ediyorlar ve kendilerince seçtikleri lobi liderleriyle pazarlıklar döndürüyorlar. Stüdyodalar daha senaryo yazım aşamasındayken iki yıl sonra çıkacak filmleri için bu lobilerle pazarlık yapıyorlar. Diyorlar ki “Bize oy verir misiniz? Senaryo bu.” Lobiler diyor ki “Kaç LGBT’li birey var filmde?” stüdyo diyor ki “Bir tane yan rol var” Lobi diyor ki “Olmaz, ana rollerden birini yap ya da üç, dört tane yan karakter olsun.” Aynı pazarlığın çok benzerini siyahileri temsil eden lobiler de yapıyor.
Üç farklı büyük grup var dedim ama iki tanesini saydım fark ettiyseniz çünkü üçüncüsüne özellikle değinmek istedim. Üçüncü lobi bir zamanlar akademiyi ciddi şekilde kontrol ediyordu. O lobiye yakınlaşmadan asla ama asla Oscar ödülü alamaz hatta aday dahi olamazdınız. Bu üçüncü grup yıllar boyu akademi üyeliğini zorlaştırdı çünkü kendi lobileri haricinde başka lobi oluşmasını istemiyorlardı, rahatları yerindeydi. Sadece filme oyuncu ekletip çıkartmıyorlar, koca bir film konusunu seçiyorlardı. Filmdeki repliklere kadar stüdyolarla pazarlık yapabiliyorlardı. Bir kısmınızın bu grubun kimlerden oluştuğunu tahmin edebildiğine eminim. Kalanlarınızın da “Aa nasıl aklıma gelmedi? Halbuki çok da kolaymış.” diyeceğini düşünüyorum. Evet, doğru bildiniz. Üçüncü grup Yahudilerden oluşuyordu. Böyle Yahudi lobisi gibi bir konu açınca bir an kendimi komplo teorisi kanalına içerik üretiyormuşum gibi hissettim ancak maalesef durum bu. İnsanlık olarak henüz kendi ırkımızla DNA’mızın yüzde bilmem kaçı aynı olduğu için onları kayırıp kollama içgüdümüzü aşamadık.
Yahudi lobisi 1970’lerden Oscar So White olayına kadar Oscar içindeki mutlak otoriteydi. Örneğin defalarca Oscar’a aday olup Oscar’ı kazanamayan bir dönemin efsane yönetmeni Steven Spielberg sırf Oscar kazanabilmek için Schindler’in Listesi filmini çekti. Bu sadece bir örnek. Bir ara Yahudi soy kırımına değinmeden, bu konuyu işlemeden ya da konu hakkında açıklamalar yapmadan Oscar kazanmanız mümkün değildi. Sonra yine İkinci Dünya Savaşı’nı konu alan Er Ryan’ı Kurtarmak filmiyle ikinci Oscar’ını kazandı.
Kısaca Oscar hiçbir zaman saygın bir mecra olmadı. Geçmişte de sorunluydu, şimdi de sorunlu. Muhtemelen gelecekte de sorunlu olacak. Ancak Oscar hep en endüstriyel ve en reklam değeri yüksek ödül sistemi olmayı başardı. Dolayısı ile en meşhuru oldu. Bu da halkın onu en prestijli ödül olarak görmesini sağladı.
Canlar, halkın gözünde daima şöhret prestijden önce gelir. Bugün sıradan bir çinko karbon mimara “Ya dünyanın en iyi mimarlarından oluşan Dünya Mimari Meslek Birliği’nden en prestijli ödülü mü almak istersin yoksa Karadenizli Müteahhitler Federasyonu’nun verdiği ancak 600 milyon kişinin izlediği Mimari Oscar ödülünü mü almak istersin?” diye sorsanız yüzde 99’u Rizeli müteahhitleri seçer. Niye mimarlar Rizeli müteahhit mi seviyor? Hayır. Ama ödülü alırken 600 milyon kişi onu izleyecek. Bu, kariyerinde ve bireysel hayatında ona çok şey katabilir. Örneğin Ted Mosby gibi “Ben dergi kapağına çıktım.” diyerek kız tavlamak için bunu kullanabilir.
Peki, o zaman neden daha önce “Anthony Hopkins bir zamanlar çok değerli, prestijli olan en iyi erkek Oscar’ını kazandı.” dedim? Sebep basit. Her ne kadar akademi genel manada kaliteden uzak olsa da her ödül için aynı şeyi söylemek mümkün değil. “En İyi Film Ödülü” için sayısız lobi çalışması yapılsa da örneğin “En İyi Kostüm” gibi dallar lobilerin o kadar ilgisini çekmiyordu. Muhtemelen hala ilgileri daha azdır bu tip yan ödüllere.
İşte 2005’lere kadar En İyi Erkek Oyuncu ödülü de bu şekildeydi. Bir noktaya kadar hak edene veriliyordu. Lobi nispeten günümüze göre çok daha az yapılıyordu. Düşünsenize Anthony Hopkins ilk Oscar’ını Kuzuların Sessizliği filmindeki olağanüstü başarısıyla aldı. Ancak aynı Anthony Hopkins ikinci kez aynı ödülü kazandığında virüsü bahane ederek aday olduğu törene gelmedi bile. Oscar’ı kazandığında bile adamı zar zor ikna edip canlı yayına 4G ile bağladılar.
Kısacası Oscar ödülleri kestanedir. Geçmişte de kestaneydi, şimdi de kestane, gelecekte de çok büyük ihtimalle kestane kalmaya devam edecek. Çok ciddiye almanızı tavsiye etmem. İnanın ben beş yıldır izlemeyi bile bıraktım.
Şimdilik benden bu kadar, hoşça kalın.
1 yorum
Gerçekten etkileyici bir yazı. Youtube dan takip ettiğim saygıdeğer üreticiği burda tekrardan bulmak çok sevindirici