Bana Dokunma: "Şirreti Evcilleştirmek" oyunu üzerine Žižekçi yorumlama

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan 7025
  • Başlangıç Tarihi Başlangıç Tarihi
  • Mesaj Mesaj 0
  • Görüntüleme Görüntüleme 180

7025

Deneyimli
Katılım
24 Mayıs 2024
Mesajlar
733
Makaleler
6
Çözümler
14
Beğeniler
1.300
Hıristiyanlıktaki yeniden doğuş kehaneti, bir ihtilafı da beraberinde getirir: Dokunmanın reddedilmesi. İsa, dünyevi varlığına geri döndüğünde, Meryem'in dokunma isteğini geri çevirir. Bu durum, bedenin yeniden canlanmasının, aynı zamanda onun dünyevi sınırlamalarının ötesine geçtiğinin alameti farikasıdır. Haldun Taner'in Lütfen Dokunmayın adlı oyunu, bu reddedilme temasını cinsellik bağlamında taşıyarak daha da ileri götürür. Baltacı Mehmet ile Çariçe Katerina arasındaki imkânsız aşk, bir tür kutsal hiciv olarak görülebilir. Bu oyunda, tarihsel gerçeklikten uzaklaşarak hayal ürünü bir dünya yaratılır. Bu hayal dünyası, sadece cinselliğin değil, aynı zamanda güç ve tarihin de bir parodisini sunar. Baltacı Mehmet, hem Osmanlı gücünü temsil ederken hem de bu gücün bir parodisi haline gelir. Katerina ise hem düşman hem de arzu nesnesidir. Bu tiyatro eseri, gerçekliğin katı sınırlarını zorlayarak seçenekli bir gerçeklik alanı yaratır. Bu alan, hem özgürleştirici hem de rahatsız edicidir. Haldun Taner'in oyunu, dokunmanın imkânsızlığının aynı zamanda yeni bir gerçeklik yaratma gizilgücünü taşıdığını gösterir.

Sahnelenen oyunun kendisi, bir reddetme mekanizmasıdır. Turistlerin aptal ve saf olarak etiketlenmesi, onları gerçeklikten kopararak karikatürleştirir. Tarihin uydurma bir hikâye olarak sunulması ise gerçekliğin kendisini anlamsızlaştırır. Bu reddetme, izleyiciyi bir tür güvenli alana çeker. Onlara, olan bitenin sadece bir oyun olduğunu hatırlatarak büyük fantezinin karanlık yanını gizler; ancak, bu reddetme aynı zamanda bir tür itiraftır. Oyun, gerçekliğin kaçınılmaz olarak bir kurgu olduğunu kabul eder. Bu kabul, gerçekliğin kendisini bir tür fanteziye dönüştürür. Büyük fantezinin sahnelenmesi, bu fantezinin zirvesidir. Burada, gerçeklik tamamen ortadan kalkar ve yerini saf bir arzu alır. Bu arzu, hem özgürleştirici hem de yıkıcıdır. Seyirci, hem bu arzunun çekiciliğine kapılır hem de onun tehlikelerinden korkar. Bu oyun, gerçeklik ve fantezinin birbirinden ayrılamaz olduğunu gösterir. Her gerçeklik, bir tür fantezi barındırır. Ve her fantezi, bir tür gerçekliği yansıtır.

Sigmund Freud'un rüya yorumundaki çelişkili önermesi, gerçekliğin kendisi hakkında derin bir gerçeği ortaya çıkarır: İnkâr, en güçlü onaylama biçimidir. Bir şeyi reddetmek, onu kabul etmekten daha fazla enerji gerektirir. Bu nedenle, asla böyle bir şey olmaz şeklindeki alaycı ifadeler, aslında böyle bir şeyin varlığını ve hatta olasılığını doğrular.

Bu tür reddetmeler, gerçekliğin kırılganlığını ve belirsizliğini gizleme çabasından kaynaklanır; bu çaba ne kadar yoğunlaşırsa, gerçeklik o kadar belirgin hale gelir. Alaycı ifadeler, bu belirginliği daha da vurgular. Onlar, gerçekliğin bir tür negatif yansıması gibidir. Negatif bir fotoğrafta, karanlık alanlar aydınlık, aydınlık alanlar karanlık görünür. Benzer şekilde, alaycı ifadeler de gerçekliği tersine çevirerek, onun daha görünür olmasını sağlar.

İnkâr, gerçekliğin hassas yapısını korumak için kullanılan bir kalkandır. Dokunmamak, fantezinin büyüsünü bozmaktan kaçınmaktır. Ekrana mesafe koymak, onu daha iyi gözlemlemek ve analiz etmek içindir. Alay, gerçekliğin absürtlüğünü vurgulamanın bir yoludur. Gösteriş, toplumsal normların ve beklentilerin bir eleştirisidir. İroni, bu inkâr mekanizmalarının en inceliklisidir. Gerçekliği doğrudan reddetmek yerine, onu bir oyunun parçası haline getirir. İronik mesafe, hem gerçeklikle alay etmeyi hem de ona daha derinlemesine bağlanmayı sağlar.

İsa'nın Bana dokunma! demesi, bu ironik mesafenin en çarpıcı örneklerinden biridir. O, dünyevi olandan uzaklaşarak, ilahi olana daha fazla yaklaşır. Bu uzaklaşma, aynı zamanda bir tür yakınlaşmadır. İsa, Meryem'e dokunmayarak, ona daha derin bir düzeyde dokunur. İronik mesafe, gerçeklikle aramıza bir boşluk koyar. Bu boşluk, hem gerçekliğin anlamsızlığını vurgular hem de ona yeni bir anlam yükler. İroni, gerçekliğin hem içinde hem de dışında olmamızı sağlar. Bu sayede, hem gerçekliğin mantıksızlığını görebilir hem de onun güzelliğine hayran kalabiliriz.

Bilinç, bir tür filtredir. Bizi gerçekliğin karmaşasından korurken aynı zamanda onu sınırlar. Uyanıkken, gerçekliğin karmaşıklığı ve çelişkileriyle yüzleşmekten kaçınırız. Bilincimiz, bize ancak kabul edilebilir olanı sunar; uyku ve dalgınlık hallerinde bu filtre kalkar. İşte o zaman, gerçekliğin bastırılmış sesi duyulur. Rüyalar, bu bastırılmış gerçekliğin yankılarıdır. Bilincin sansüründen kaçabilen parçalanmış, çarpıtılmış gerçeklik parçalarıdır. Rüyalar, gerçekliğin sadece algıladıklarımızla sınırlı olmadığını hatırlatır. Onlar, bilinçdışımızın derinliklerindeki arzuların, korkuların ve travmaların ifadesidir.

Tek gözle uyumak, bu bastırılmış gerçekliğe daha açık olmak demektir. Bu, bir tür bilinçli bilinçsizlik halidir. Bilinç tamamen devre dışı kalmaz, ancak kontrolü zayıflar. Böylece, gerçekliğin daha derin katmanlarına erişim mümkün olur. Dalgınlık da benzer bir işlev görür. Bilinci dağıtarak, gerçekliğin doğrudan deneyimlenmesine imkan tanır. Dalgınlık, bir tür "uyanık rüya" gibidir. Gerçekliğin sadece zihinsel bir yapı değil, aynı zamanda bedensel bir deneyim olduğunu hatırlatır. Sonuç olarak, gerçekliğe ulaşmak bilinçle mümkün değildir. Bilinç, gerçekliği sınırlayan ve çarpıtan bir araçtır. Gerçekliğe ulaşmak için, bilincin ötesine geçmek, onun sansürünü aşmak gerekir. Uyku, dalgınlık ve rüyalar, bu sansürü aşmanın ve gerçekliğin ham halini deneyimlemenin yollarıdır.

Slavoj Žižek'in Esas fantazi günlük hayattır! sözü, gerçekliğin kaçınılmaz olarak bir fantezi yapısıyla örülü olduğunu vurgular. Gündüzleri oluşturduğumuz normal yaşam, aslında geceleyin ortaya çıkan fantastik yankılardan kaçışımızın bir sonucudur. Bu kaçış, ekranlara, aynalara, sahnelere yansıyan imgelerle sağlanır. Bu imgeler, gerçekliğin yerini alan simülakrlardır, yani gerçekliği taklit eden ama gerçekliği olmayan kopyalardır.

Angelus Novus'un baktığı arşa uzanan enkaz, bu simülakrların birikimidir. Medyatik imgeler yığını, gerçekliğin yerini alan imgelerin, göstergelerin ve söylemlerin bir yığınıdır. Bu enkaz, aynı zamanda bir tür anıttır. Kaybettiğimiz gerçekliğin, bastırdığımız arzuların ve korkuların bir anıtıdır. Bu enkazın altında yatan gerçeklik ise, fantastik yankıların kaynağı olan travmatik bir gerçekliktir. Bu travmatik gerçeklik, bilinçdışımızın derinliklerinde gizlenen bir yaradır. Gündüzleri oluşturduğumuz fantezi dünyası, bu yarayı örtmeye ve acısını dindirmeye yönelik bir çabadır; bu çaba boşunadır. Çünkü fantezi, gerçekliğin yerini alamaz. Fantazi, sadece gerçekliğin bir yansımasıdır.

Not: Bu yazıyı 2023 yılında oyunu izledikten sonra IST Sanat Derneği sunumu için hazırlamıştım; kullanamamıştım. Kategori henüz daha yeni olduğundan bir katkıda bulunabilmek için bir hevesle paylaşmak istedim.
 

Yeni konular

Geri
Yukarı Alt