Assassin’s Creed… Belki de son yılların en çok eleştirilen, en çok nefret edilen ve hatta sonlanması en çok istenen serilerinden biri. Peki Ubisoft’un her yeni oyununda sevmeyenine sevmeyen kattığı, ne yapsa bir türlü kimseyi memnun edemediği yapımın Feodal Japonya çıkarması beklentileri karşılayabildi mi? Oyuna dair tüm detaylara tek tek göz atmadan önce serinin geçmişine küçük bir atıfta bulunarak Assassin’s Creed Shadows’un nasıl bir deneyim vadettiğine değineceğim.
Öncelikle bu incelemeyi kolunda Assassin’s Creed logosunun dövmesi olan ve tarihte en sevdiği ikinci seri AC serisi olan (birincisi God of War) birinden okuyacağınızı söyleyerek başlayayım. Bu bağlamda oyunu hem överken hem de yererken bir yandan çok sevdiğim için olumlu bakacağımı, bir yandan da serinin künhüne hakim olmanın getirdiği ruh haliyle bazı konularda fazla acımasız olacağımı bilmenizi istiyorum. Hazırsanız, başlayalım!
E3 2005 Sonrası Başlayan Macera
Serinin ilk oyunu, E3 2005’de duyurulduğunda yayınlanan videosuyla bile bir efsanenin doğuşuna tanıklık ettiğimizi hissetmiştim. Prince of Persia serisini de geliştiren ekibin, PoP’un yeni oyunu olarak tasarladığı ve geliştirme aşamasının bir safhasında başlı başına bir oyun olmasına karar verilen bu seri, özellikle Assassin’s Creed II ve Assassin’s Creed II Brotherhood ile resmen çıtayı arşa çıkarmıştı.
Altair – Ezio döneminin son oyunu olan ve İstanbul’da geçiyor olmasıyla Türkiye’deki oyuncuların da büyük ilgiyle karşıladığı Revolutions, birçok oyuncu tarafından serinin artık çok fazla tekrara düştüğü ve farklı bir yola girmesi gerektiği eleştirileriyle karşılansa da geçer not almayı başarmıştı.
Bundan sonraki süreci resmen bir kakofoni olarak nitelendirebiliriz. Şahsen serinin en başarısız oyunlarından biri olarak gördüğüm Assassin’s Creed III ve Conor hikâyesi sonrasında gelen korsancılık ve gemi savaşları odaklı Black Flag, hemen herkes tarafından sevilse de Rogue, Unity ve Syndicate ile artık serinin suyunun çıktığı ve köklü değişim vaktinin geldiği görüşü hakim olmaya başlamıştı.
Tam bu noktada Ubisoft, birçok yapımcının cesaret edemediğini yaparak Origins ile seriyi bambaşka bir yola soktu. RPG elementleri, The Witcher serisini anımsatan açık dünya yapısı ve neredeyse tamamen değiştirilen aksiyon sistemi derken Origins ile seriye adeta yepyeni bir soluk getirildi.
Bu noktada Ubisoft’un yine kimseyi memnun edemediğini söylemek gerek. Oyunun girdiği bu yeni yol, gizlilik sevenleri tatmin etmezken açık dünya RPG severler içinse fazla yüzeysel bulundu.
Bana kalırsa son 10 yılın en iyi AC oyunlarından biri olan Odyssey ve İskandinav mitolojisini konu alan Valhalla ile girdiği yoldan geri adım atmayan Ubisoft, bir ara oyun olan Assassin’s Creed Mirage ile herkesi şaşırtarak neredeyse tamamen gizlilik odaklı, hem teması hem de oynanışı ile serinin ilk oyunlarını andıran bir yapımla karşımıza çıktı.
Bu aşamada herkes Feodal Japonya’da geçecek olan Assassin’s Creed Shadows’un, Mirage’ın ve dolayısıyla ilk üçlemenin mi yoksa Origins ile başlayıp Valhalla ile devam eden “yeni nesil” Assassin’s Creed furyasının mı devamı olacağını merak ediyordu.
Oyunun başında yaklaşık 60 saati devirmiş biri olarak ve artık Shadows incelemesine başlarken şunu söyleyebilirim ki Ubisoft, Assassin’s Creed’e dair herhangi bir şeyi seven, herhangi bir oyuncuyu mutlu edebilecek bir yapımla ve resmen “Karışık var mı? Karışık koy ya!” diyerek serinin birçok mekaniğini bir araya getirerek karşımıza çıkmış. Peki, bu kararın arkasını doldurabilecek bir oynanış ve içerik sunulabilmiş mi? Şimdilik biraz karmaşık bir yanıt olacak ama hem evet hem de hayır.
İki Karakter, İki Farklı Assassin’s Creed Deneyimi
Assassin’s Creed Shadows ilk duyurulduğunda, siyahi bir samurayı yöneteceğimiz bilgisi ortamları bir anda karıştırmıştı. Öyle ki seride ilk kez iki farklı karakteri canlandıracak olmamızın önüne geçen bu tartışmalar, oyunun piyasaya çıkmasıyla birlikte neredeyse tamamen kaybolup gitti. Nitekim Ubisoft, oyun piyasaya çıkmadan önce de iddia ettiği üzere Portekiz’den Feodal Japonya’ya gelen Yasuke’nin hikâyesini çok ama çok güzel işlemiş.
Karakterin ait olmadığı topraklara neden ve nasıl geldiği, nasıl samuray olduğu gibi unsurlar gerek geriye dönüş (flashback) sahneleri gerek karakterin geçmişini oynadığımız sekanslarla bizlere sunuluyor. Şahsen serinin en ‘insani’ karakterlerinden biri olarak akıllara kazınacak olan Yasuke’ye oyunun daha ilk anlarından beri ısındım diyebilirim. Elbette tam tabiri ile ‘kaba kuvvet’ sunan oynanış kısmına, karakterin bir Assassin’s Creed oyununa ne kadar uyup ne kadar uymadığına birazdan değineceğiz. Şimdilik oyunun diğer karakteri olan Naoe ile başlayalım.
Naoe aslında oyunun ana karakteri diyebiliriz. Feodal Japonya’nın Iga şehrinde yaşayan ve şehrine yapılan saldırı sonrasında babasını kaybeden Naoe’nin yolu, oyunun ilk 5 saati sonrasında aslında saldırının sorumlularından biri olan Yasuke ile kesişiyor ve ortak bir amaçla yol yürümeye başlıyorlar.
Herhangi bir inceleme okurken veya bir eserle ilgili bilgi alırken hikâyeye dair çok detay bilmeyi sevmediğim için sizi de bu bilgilere boğmak istemiyorum. Ancak çok derine girmeden şunu söyleyeyim: Tipik bir intikam senaryosu, az biraz Anonymous sosu, bolca ihanet ve güç savaşı görüyoruz. Feodal Japonya’da geçen klişe bir işleyişi olan oyun, ne öldürüyor ne güldürüyor ancak çeşitli falsolar da yok değil. Şimdilik esas kızımıza dönelim.
Naoe, tıpkı Ubisoft’un söylediği gibi gelmiş geçmiş en çevik, en seri ve belki de gizlilik odaklı oynanışa en uygun Assassin’s Creed karakteri olmuş. Naoe, seviye atladıkça daha hızlı ve çok daha ölümcül hale geliyor. Yasuke’nin aksine açık alanda uzun süreli muharebelerden sağ çıkması çok da kolay olmayan Naoe için serinin ilk üçlemesinin ve Mirage ekolünün bir temsilcisi diyebiliriz.
Oyunda onlarca kez farklı şekillerde yaşayacağınız bir biçimde Naoe deneyimini sizin için senaryolaştırayım: Size ihanet eden bir samuraya suikast düzenlemek için bir kaleye girmek zorundasınız diyelim. Kıyıdaki köprüden suya atlayıp dalıyoruz ve kalenin dibindeki dehlizden yukarı çıkarak içerideki dereden yüzeye çıkıyoruz. Seriye yeni eklenen tamamen çömelebilme yeteneği ile karların arasından sürünerek bir kulübenin tepesine kancayı atıp kimseye görünmeden alanı bir tarıyoruz.
Düşmanları birer birer etiketleyip merdivenlerden inerek iri yarı bir düşmanı, daha önceden cüsseli düşmanları tekte alabilmek için satın aldığımız özellikle paravanın arkasından katana ile indirip gölgelere taşıyoruz. Yoldaki tüm ışıkları tek tek söndürüp gölgeleri de yanımıza alarak adım adım düşmana yaklaşıyoruz. Hikâyenin bir yerinde hasmımız olmasına rağmen yanımıza kattığımız müttefiklerimizden birine emir vererek zehirleyip bayılttığımız düşmana yerde hançeri saplayıp kaleden tüm hızımızla kaçıyoruz.
Bu yukarıda örneklediğim sekanslar oyunda en çok keyif alacağınız, en kayda değer ve “gerçek Assassin’s Creed” tadını veren bölümler… Hatta oyunun grafiklerini, optimizasyonunu ve atmosferini de yanına alarak bunların en kayda değer özelliklerinden olduğunu söyleyebilirim.
Peki, başta da söylediğim üzere bu oyun neyi, neden yapamıyor? Detaylara geçmeden önce şunu söylemeden edemeyeceğim: Bir oyun incelemesine başladığınızda oyuna vereceğiniz puan, üç aşağı beş yukarı bellidir. Çünkü size sunulan deneyimin ardından başından ya mutlu ya da mutsuz kalkmışsınızdır. Shadows, bu konuda bende o kadar kekremsi, ne olduğu belirsiz bir his bıraktı ki oyunun notunu yazı bitene kadar ben dahi bilmiyor olacağım.
Naoe İnceci, Yasuke Kaba Kuvvet
Shadows’un başlangıcı, Ubisoft oyunlarının bir klasiği halini alan çizgisel bir giriş içeriyor. Iga’da yaşanan katliamı, önce Naoe’nin sonra da Yasuke’nin gözünden yaklaşık 4-5 saat, çizgisel ve çok ama çok klas bir giriş sekansıyla yaşıyoruz. Burada demin de örneklediğim Naoe’nin ve seriye farklı bir soluk getiren Yasuke’nin oynanışına alışmış oluyoruz. Oyun açık dünyaya geçtikten ve iki karakterin yolu kesiştikten sonra -bazı istisnai durumlar dışında- istediğimiz karakterle oynamamıza müsaade ediliyor.
Naoe, ne kadar sessizliğe ve gizliliğe odaklıysa Yasuke de bir o kadar kontrolsüz güç… Hani başka nasıl tasvir edebilirim bilmiyorum ama kapıları üstüne koşarak kıran, topuzla düşmanların kafasını beyzbol topu gibi koparıp fırlatan, adeta insan azmanı bir samuray diyebiliriz Yasuke için… Kolay kolay ölmüyor, tek hamlede çok ağır hasar verebiliyor ve Naoe ile 1 saat uğraşarak gizli gizli temizlediğimiz bir kaleyi veya bölgeyi, Yasuke ile 4-5 dakikada darmaduman edebiliyorsunuz.
Bu aşamada eğer oyunu oynamadıysanız benim ve diğer oyuncuların seçimini merak etmiş olabilirsiniz. Ben de dahil olmak üzere oyuncuların yüzde 80’i çoğunlukla Naoe ile oynamayı tercih etmiş. Bunun birçok sebebi var. Birincisi, Yasuke parkur konusunda tabiri caizse adeta bir kalas. Ufak tefek gizlilik mekanikleri olsa da düşmana gizlice yaklaşmak imkansız ve karakter kağnı gibi yavaş. Bunun yanında yarısından fazlasını sağa sola koşturarak geçirdiğimiz bir oyunda, özellikle parkur mekaniklerinde çok ciddi sorunlar da varken kendisine uzun süreliğine tahammül etmek imkansıza yakın.
Naoe ile ardı ardına başarısız olduğunuz bazı bölümlerde, “Ehhh! Yasuke’yi alayım da hepsini laciverde boyayayım!” diyerek cinnet geçirdiğiniz anlar ve hikâyenin sizi bizzat kendisiyle oynamaya zorladığı bölümler dışında kendisi pek de tercihim olmadı… Buna karşın, serinin gizlilik mekanikleri yerine Origins ile entegre olan mekanikleri daha çok sevenler varsa gerçekten hoş bir alternatif ve karakterin kendisi çok ilgi çekici olduğu için arada bir kendisine yolunuz düşüyor.
Mevsimler Gibisin, Değişirsin
Oyunun atmosferi ve grafikleriyle ilgili son diyeceğimi baştan söyleyeyim: Bu oyun, gelmiş geçmiş en iyi görünen ve teknik olarak en üst düzey Assassin’s Creed oyunu olmuş. Belki hatırlarsınız: Ubisoft, oyun piyasaya çıkmadan önce mevsim geçişlerinin oynanışa birebir etki edeceğini ve çok ama çok farklı deneyimler elde edeceğimizi söylemişti.
Bu anlamda dürüst olmak gerekirse Ubisoft, biraz boş vaatlerde bulunmuş. Yaz mevsiminde kıyısında göl olan bir kaleye, göl donduktan sonra daha fazla yaklaşabilip duvarlarına daha rahat tırmanabilmek veya kışın yaklaşık yarım metre kar tuttuktan sonra sürünerek gitmenin gizliliğinize olumlu etki yaratması, bence öyle matah şeyler değil.
Ancak bu mevsim değişimleri sonrası atmosferin değişmesi konusunda haklarını vermeliyim. Belki de hava olayları oynanışa çok etki etmiyor ama gerek yaşadığınız mevsim gerek yaprak aralarından sızan ışık hüzmelerinin derelere yansıması gerek ise doğadaki hayvanların tüylerinin sararmasına kadar uğraşılmış detaylı görsellerle oyun ‘i-na-nıl-maz’ bir atmosfer sunuyor.
Üstelik yapımın optimizasyonunun da hiç fena olmadığını söylemeliyim. Shadows, emektar AMD Radeon RX 6800’ümde FSR 3.1 Kalite modunda ve 4K çözünürlük – Orta ayarlarda 60 FPS’yi yakalayabildi. Oyunun görselliğini iyileştirmek için bir Reshade kullandığımı ve bunun da FPS kaybına neden olduğu düşünülürse Fransız şirket, sorunsuz bir çıkış gerçekleştirmiş durumda.
Yaşamak Yol Değil, Yolda Olmaktır
Oyun incelemesi yazarken uygulayabileceğiniz en kolay formül nedir bilir misiniz sevgili dostlar? Oyunun olumlu ve olumsuz özelliklerini ikiye ayırıp yazıyı öyle devam ettirmek. O kadar rahattır ki, hiç etliye sütlüye karışmadan bu şekilde işin içinden çıkabilirsiniz. Çoğu zaman yazıyı kurgulamakta sorun yaşayanların giriştiği ve hep kaçındığım bu yordamdan bu kez maalesef kaçamayacağım. Nitekim Assassin’s Creed Shadows, iyi yaptığı şeyleri o kadar mükemmel yapmış fakat bazı yerlerde öyle bir çuvallamış ki size bunu başka türlü anlatmam imkansız.
Grafiklerin ve atmosferin mükemmelliğine, serinin genel havasına uymasa da Yasuke eklemesinin tatlı bir dokunuş oluşuna, iki karakterle oynamanın konforuna ve Naoe’nin özlenen Assassin’s Creed oynanışını bizlere geri getirmesinin yarattığı mutluluğa biraz önce değinmiştim. Oyunda çalan inanılmaz güzellikteki lisanslı müzikleri de afiyetle övdükten sonra işin çetrefilli kısmına geçmenin ve olan biteni tek bir cümleyle özetlemenin vakti geldi: Assassin’s Creed Shadows, tüm yaşattıklarıyla aşk acısı gibi bir oyun arkadaşlar! Resmen size acı çektirerek keyif veren bir yapısı var.
Nereden başlayayım, inanın bilmiyorum. Assassin’s Creed serisinin Origins ile girdiği yol hepinizin malumu. Daha fazla özgürlük sunan bir açık dünya, daha etkileşimli ve yaşayan şehirler, yapılabilecek daha fazla aktivite ve her şeyden önemlisi birbiriyle bağlantılı olaylar zinciri… Tıpkı The Witcher 3’te olduğu gibi şehirde karşılaştığınız gündelik olayların bir şekilde hikâyeye eklemlenmesi, ana karakterin bazen çocukluğundan başlayıp on yıllar süren değişimine şahitlik etmek (ki bu Ezio üçlemesinde de güzel işlenmişti) ve dahası…
Üzülerek söylüyorum ki Shadows, maalesef açık dünya oynanışını resmen sandbox bir MMORPG yapısına evirmiş durumda. Şehirle etkileşim sıfıra yakın. Belki insanlar günlük hayatlarında sürekli bir şeylerle meşgul oluyorlar ve oturup izlediğinizde saçma şeylere tanıklık etmiyorsunuz ama atmosferin, hava olaylarının ve grafiklerin güzelliği bir kenara, adeta siz orada hiç yokmuşsunuz gibi tekrara alınarak 3000 kere bozuk plak gibi dönen bir şarkı gibi hissettiriyor şehir.
Neden yaptığınızı dahi anlamadığınız yan görevler de bulunuyor. Bir örnek vereyim: Haritada The Witcher 3’ten hatırlayacağınız soru işaretleri beliriyor. Bu görevlerin yüzde 90’ında biriyle kısa süreli bir sohbet sonrasında, “Bu bölgede bizim anamızı ağlattılar. Lütfen tüm ronin’leri (efendisi olmayan bağımsız samuraylar diyebiliriz) öldür!” diye bir talep geliyor ve bu da bizim görev listemize ekleniyor.
Bir başka örnek: Diyelim seviyeniz 20 oldu ve harcamadığınız 15 yetenek puanınız var. Oyun size diyor ki, “Hayır dostum, öncelikle tapınaklara gidip dua edeceksin, mezar taşlarının önünde meditasyon yapacaksın, bilgi puanını 5 yapacaksın, o zaman karakterini geliştirebilirsin!”
Serin Bir Rüyanın Hatırınadır Çektiğim Dünya Ağrısı
Bakın, burada yanlış anlaşılmak istemem. Ben oyunlarda yan görevlerin, ana hikâyeyi devam ettirmek için zorunlu koşulmasına çok da karşı değilim. Aksine bunun oyunun dünyasına daha çok girmek, haritayı daha derinleştirmek ve keyifli hale getirmek için bir yerde gerekli olduğuna da inanıyorum. Ama yordam, oyuncuyu böyle fason görevlere koşturmak olmamalı. Oyunun aksiyonu ve gizliliği çok çok keyifli diye 100 farklı düello ve suikast yan görevi koyulur mu arkadaş?
Üstelik oyunu suni bir biçimde uzatma çabası bunla da sınırlı değil. Size bir başka sekans daha anlatayım oyunda sık sık karşılacağınız: Örneğin Naoe, bir karakterle bir mektup üzerine konuşuyor ve bu mektuba dair ne yapılacağına karar verilecek. Karakter diyor ki, “Benimle Yamato tepesinde buluş, orada son kararımızı verelim!” Yahu! Neden? Niçin zaten karşı karşıyayken ve zaten elimizde mektup varken başka bir yerde buluşup konuşuyoruz arkadaş? Bunun mantığı ne yani? Ubisoft, resmen “Senden ayrılmak istiyorum!” diyemeyen ve “Ara verelim mi aşkım?” diye olayı yumuşatmaya çalışan sevgili gibi kulağı tersten tutmaya çalışmış.
Bu aktivite, yan hikâye ve oyun alanının donukluğu ile ilgili canımı sıkan iki farklı konu daha var paylaşmak istediğim: Birincisi, oyunun devasa ve mükemmel görünen haritasının her bir yanı birbirine benziyor. İlk saatlerde gördüğünüz Iga ile sonlara doğru gittiğiniz Wakasa ve Kii arasında coğrafi olarak çok bir fark yok ve aynı yerde dönüp dolaşıyorsunuz hissiyatı uyanıyor insanda. Hatta yapım aşamasında bir yerlerde, Ubisoft’a bir şafak attığı ve sırf bu yüzden mevsim döngüsünün oyuna eklendiğini dahi düşünüyorum.
Diğer bir konu da oyunun resmen kafayı ciddiyetle bozmuş olması. Tamam canilerin, ruh hastalarının ve güç için birbirini doğrayan karakterlerin doluştuğu bir coğrafyadayız. Ancak zaten hiçbir Assassin’s Creed oyunu çok da gevşek ve güllük gülistanlık bir ortamda geçmiyordu. Arkadaşım bari birkaç düzgün mini oyun koy, karakterler iki espri yapsın, gülsün. Ya, aklınıza hiçbir şey gelmedi diyelim: Dünya tarihinin en eski masa oyunu olan ve Japonya’da doğmuş GO’yu koy bari de iki stres atalım ama o da yok. Resmen adam kesmeden adam kesmeye koştur dur. Karakter gelişimin tıkandı, ara ki manastır bulup dua edesin. Hiçbir şekilde anlayamadığım bir tasarım tercihi daha…
Gidiyorum… Gidiyorum Ama Gidemiyorum!
Assassin’s Creed’i en keyifli yapan üç unsur ne desem muhtemelen parkur mekaniklerini, son oyunlardaki keşif hissiyatını ve ana görevlerinin keyifli oluşunu söylersiniz. Son bahsettiğim unsur, oyunu resmen taşıyor: Shadows’un ana hikâyesine ait, özenle tasarlanmış görevler gerçekten çok çok keyifli.
Bazen göreve özel bir müzik giriyor ve düşmanların konumlarının, gizliliğe dair araçların ve unsurların Naoe için özene bezene hazırlandığı o kadar belli ki görevi bitirene dek zevkten deliriyorsunuz resmen. Hatta aynı tasarım, daha öfke dolu sekanslar için bazı bölümlerde Yasuke için de düşünülmüş. Düşmanların kafasını kolunu kopara kopara müthiş bir sekans yaşatabiliyor arada oyun size…
Burada bir parantez açacağım: Oyunun parkur mekanikleriyle ilgili ciddi sorunlar var. Gözünüzün önündeki bir kalasa zıplarken karakterin suya düşmesi mi desem, koskoca L1 (LB) yazan pervaza bir türlü kancanın gitmemesi mi desem… Bu kadar uzun süredir üzerinde çalışılan bir oyunda bu tür küçük sorunlar nasıl giderilememiş anlamak güç.
Gelelim oyuna dair son büyük eleştirime: Assassin’s Creed Shadows’ta bir görevden bir başka göreve gitmek resmen bir işkence sevgili dostlar. Ubisoft, oyunun ağaçlar, dağlar, denizler ve göllerle güzel görünmesine o kadar kafayı takmış ki bunun yaratabileceği sorunlara hiç ama hiç eğilmemiş.
Koca haritada şehirleri bağlayan neredeyse 2-3 incecik yol var ve haritada işaretlemenize rağmen yol yardım mekaniği doğru dürüst çalışmıyor. 60 saatlik deneyimimin abartısız 5-6 saatini çalı çırpılara çarpa çarpa bir yere gitmeye çalışmakla geçirdim diyebilirim. Kartal Gözü ile senkronizasyon yapmak için bir dağa çıkmanız gerekiyor diyelim, mevsim de kış olsun. Neredeyse 90 derece eğimli bir dağa atla çıkmaya çalışıyorsunuz. At bir yerden sonra su kaynatıyor. Tabanvayla gideyim diyorsunuz ama bu sefer de kardan dolayı zırt pırt kayıp aşağı düşüyorsunuz ve tırmanacak bir yer de yok. Şimdi ara ki o incecik yolu bulasın!
Bu yüksek noktalara ulaşma konusunda hiçbir şey yapamadın diyelim, canın da istemedi hatta… Yahu sevgili Ubisoft; tamam, daha yüksek olsun o dağ, azıcık eğim ver, biz de yavaş yavaş da olsa gidebilelim tepesine. Belki küçük bir sorun gibi geliyor ama oyun bu tür detaylarda sizi o kadar yoruyor ki resmen “grinding” manyağı birini bile canından bezdirecek kadar çıldırtıyor insanı.
Senden Nefret Ediyorum…
İnsan en çok sevdiğine kırılır diye bir söz vardır, bilirsiniz. Açıkçası kendimi bir Assassin’s Creed hayranı olarak tanımlamaktan hiç gocunmadım. Tek kişilik hikâye eksenli oyunların giderek azaldığı, piyasaya çıkan yapımların da fazlasıyla kalitesiz olduğu bir ortamda bu seriye çok haksızlık edildiğini dahi düşünüyorum. Ancak Shadows, resmen okyanusu geçip derede boğulmuş bir yapım. Oyun, iyi yapması çok zor olan şeyleri mükemmel yapmasına rağmen üstesinden çok kolay gelebileceği şeylerde çuvallayarak potansiyeline çok yazık etmiş.
Burada uzun uzadıya değinsem ne de güzel olurdu diyebileceğim bir üs inşa etme modu getirilmiş oyuna. Örneğin bu mod; oda oda, kozmetiğinden duvar dekorasyonuna kadar değiştirebileceğiniz, demirci inşa edip katana, ok ve yayınızı; keza diğer ekipmanlarınızı üst seviyeye çıkarabileceğiniz binalar yapmanızı sağlıyor. Peki, bunları hiç yapmasanız ne oluyor? Görev gereği yapmanız gerekenleri bir kenara koyarsak hiçbir şey. Nitekim üst seviye ekipmanları hem ana görevlerde hem de yan görevlerde üstünüze boca ediyor oyun.
Odyssey ile hayatımıza giren, görevin pat diye haritada belirmesi yerine keşif hissini yaşatsın diye getirilen istihbarat sistemi de geliştirilmiş. Kendinize kurduğunuz bir gözlemci ekibini, aldığınız istihbaratlar doğrultusunda (Iga şehrinin kuzeydoğusunda, Nur Nehri’ne yakın vb.) haritada belli bir noktaya gönderiyorsunuz ve eğer doğru noktayı tespit ettiyseniz görevin tam yeri belli oluyor. Nokta atışı yapamazsanız bölgeyi kendiniz keşfedip öğrenmeniz gerekiyor. Peki, haritada gezmek zevkli değilse bunun bir anlamı var mı? Maalesef yok.
…ama Seni Çok Seviyorum
Buraya kadar oyuna dair anlattığım tüm detaylar sizde nasıl bir hissiyat uyandırdı bilmiyorum. Belki hissettiğimden ve bana yaşattığından daha olumsuz bir tablo çizdim ve şimdi söyleyeceğim şey sizi şaşırtabilir: Assassin’s Creed Shadows, gerçekten çok güzel bir oyun arkadaşlar. Naoe ile uzun süredir oynadığım en iyi gizlilik oyunu. Yasuke kısmıyla uzun süredir deneyimlediğim en keyifli kılıç aksiyonuna ve yanına yaklaşılması çok ama çok güç bir atmosfere sahip. Müzikler enfes. Ana hikâye gayet keyifli bir deneyim sunuyor ve Assassin’s Creed’in o mistik, sizi bir şekilde içinde tutan büyüsü halen var.
Bu aşamada oyunun puanlamasına geçmeden önce keşke oyunun süresini uzatmak için lüzumsuz toplara girmek yerine ya Mirage’da olduğu gibi daha rafine bir hikâye deneyimine odaklanılsa ya da yan aktiviteler üzerine düzgünce bir uğraş verilse diye hayıflandığımı söylemeden edemeyeceğim.
Size gözü kapalı bir biçimde oyuna 1.750 TL verip satın almanızı öneremem belki ama eğer Assassin’s Creed serisine kıyıdan köşeden bile gönlünüzü kaptırmış biriyseniz en azından ülkemizde yeni dönemde kullanıma sunulmuş Ubisoft+’a bir 300 TL ayırıp oyunu bir ayda yaya yaya bitirip çoğunlukla keyif alacağınıza kefil olabilirim. Umuyorum bu yapımla seri ayağa kalkar ve yeni dönemde çok daha güzel Assassin’s Creed’lerle karşılaşırız.
O güne dek…
“Requiescat in pace!“
Puanlama
Puanlama- Hikâye7/10 Good
- Grafikler9/10 Amazing
- Sesler ve Dublaj9/10 Amazing
- Oynanış8/10 Very good
- Oynanış Süresi7/10 Good
Nesi İyi?
- Mevsim geçişleri ve inanılmaz atmosfer
- Naoe ile gizlilik, Yasuke ile kaba kuvvet çok keyifli
- Temaya uygun harika müzikler
- Optimizasyon sorunsuz
- İki farklı karakter her şeye rağmen güzel yenilik
Nesi Kötü?
- Bir yerden bir yere gitmek işkence
- Hikâye kötü olmasa da klişe
- Yeni oynanış mekanikleri biraz havada kalmış
- Yan görevler ve aktiviteler içler acısı