Bu asteroitten alınan örnekler şaşırtıcı miktarda yaşamın temel bileşenlerini içeriyor. Yaşamın Yapı Taşlarını Taşıyan Asteroit: Bennu, karbon, azot ve amonyak bakımından zengin, 20’dan fazla amino asit çeşidine sahip üstüne bir de RNA ve DNA’da bulunan beş nükleobaz da içeriyor.
NASA’nın Bennu asteroitinden topladığı örnekleri inceleyen bilim insanları, yaşamın nasıl ortaya çıktığına ışık tutan çok çeşitli organik moleküller buldu. Uzun yıllar boyunca bilim insanları, Dünyanın eşsiz yani bir benzerinin olup olmadığının üzerine tartışmışlardır, keza bunu bizler de merak ediyoruz. Bilemeyiz; belki de gezegenimiz, yaşamın ortaya çıkmasını sağlayacak doğru bileşen, koşul ve zamanlamaya zaten çoktan sahipti.
NASA’nın asteroitten aldığı bu bir tutam kum, gezegenimizin aslında o kadar da eşsiz olmadığını gösteriyor. Bir araştırma ekibinin, Çarşamba günü Nature dergisinde yayınladığı rapora göre, Bennu asteroit’i yaşamın yapı taşları olan çok sayıda organik molekülü içeriyor. Bunları üreten kimya bugün Jüpiter ve Satürn’ün buzlu uydularında devam ediyor olabilir.
Bunun üzerine, NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nde numune getirme konusunda kıdemli bilim insanı Daniel Glavin, “Başka yerlerde yaşam bulma şansımız artıyor” şeklinde yorum yaptı. 2016 yılında NASA, Güneş Sistemi’nin doğuşuna dair ipuçları toplamak amacıyla OSIRIS-REx adlı araştırma aracını Bennu’ya fırlattı. Yaklaşık 4,5 milyar yıl önce, komşumuz Güneş, bir toz ve buz bulutu olarak oluşmaya başladı. Gezegenler yavaş yavaş buluttan ortaya çıktı, ardından milyarlarca yıl içinde her bir gezegen farklı bir yol izledi. Örneğin, Jüpiter koca bir gaz yığını haline gelirken, Venüs de kayalıklarla dolu bir araziye dönüştü.
Geriye kalan ilkel molozların bir kısmı güneşin yörüngesinde dönmeye devam ederek günümüz asteroitlerini oluşturdu. Onlarca yıldır bilim insanları asteroit’leri ancak bir göktaşı olarak Dünya’ya düştüğünde inceleyebiliyorlardı. Bunlardan biri, 1969 yılında Avustralya’nın Murchison kasabasına düşmüştü. İnceleme yapan araştırmacılar, proteinlerin yapı taşı olan amino asitleri bulduklarında şaşırdılar. Burada önemli bir bilgiyi sizlere hatırlatmak istiyorum. Hücrelerimiz binlerce proteini oluşturmak için 20 amino asit kullanır.
Bu keşifle uzaydan gelen nesneler, Dünyanın ilk dönemlerinde var olduğunu düşündüğümüz amino asitleri ve yaşam için gerekli diğer maddeleri günümüze getirmiş olabilir. Diğer bir deyişle, bu keşfedilen amino asitler, Dünyanın ilk dönemlerinde de var olduğunu kanıtlar nitelikte. Ancak göktaşları, güneş sisteminin ilk dönemlerine ilişkin sadece kısıtlı bilgi verebilir. Bu göktaşları keşfedilmeden milyonlarca yıl yerde kalıyorlar. O esnada Dünya atmosferinde gerçekleşen kimyasal reaksiyonlar, göktaşlarını daha fazla değiştirebilir.
NASA araştırmacıları, Bennu’ya seyahat ederek aracın bozulmamış materyal toplayabileceği sonucuna vardı. Araştırma aracı, OSIRIS-REx 2020’de 1.850 fit genişliğindeki asteroite ulaştı, kaya ve toprağı topladı ve sonra Dünyaya geri döndü.
Yaşamın Yapı Taşlarını Taşıyan Asteroit: Bennu
24 Eylül 2023’te OSIRIS-REx, topladığı örneklerle Utah çölüne paraşütle indi. NASA araştırmacıları, Bennu örneklerini Dünya atmosferiyle reaksiyona girmemesi için hemen nitrojen içinde sakladılar. Dr. Glavin ve meslektaşları tarafından kataloglanmaya başlanan bileşiklerden tam 16.000 çeşit organik molekül bulundu.
Bunlardan en dikkat çekeni ise hücrelerimizin protein üretmek için kullandığı 14 amino asit. DNA’mız nükleobaz adı verilen birimlerden oluşur; Bennu kayaları bu birimlerden beş nükleobaz’ı da taşıyor. Bir protein yapmak için hücrelerimiz DNA’daki bir geni RNA adı verilen benzer bir moleküle kopyalar. RNA da DNA nükleobazlarından üçünü ve buna ek olarak Urasil adı verilen kendi nükleobazını kullanır. İşte Bennu da Urasil içeriyor. Bennu’nun mineralleri asteroitin nasıl oluştuğuna ve bu süreçte amino asit ile nükleobazların nasıl geliştiğine dair önemli ipuçları sunuyor.
Bilim insanları asteroitin yaklaşık 60 mil genişliğinde bir kaya veya buz karışımı gibi çok daha büyük bir nesnenin kalıntısı olduğunu düşünüyorlar. Ve asteroitin Jüpiter yörüngesinin ötesinde, dış güneş sisteminde oluştuğunu söylüyorlar.
Güneşten çok uzak olmasına rağmen, Bennu’nun ana gövdesi radyoaktif elementler içerdiği için sıcak kalmıştır. Dr. Glavin ve meslektaşı, iç kısmının oda sıcaklığına ulaşmış olabileceğini tahmin ediyor.
Bennu’nun ana nesnesinin içindeki buz, eriyerek tuzlu bir suya dönüşmüş ve yeraltı tünellerine karışmış olabilir. Bu koşullar amonyak ve diğer bileşiklerin amino asitlere ve nükleobazlara dönüşmesine olanak sağlamış olabilir. Bennu, birkaç milyon yıl boyunca bu halde kalmış olabilir. Sonunda radyoaktif ısı tükenmiş sonrasında ise amonyak antifriz gibi davranarak tuzlu suyun soğurken sıvı formda kalmasına yardımcı olmuş olabilir.
Araştırmacılar, Jüpiter’den kaynaklanan bir çekimsel etkinin ana gövdeyi orijinal yörüngesinden fırlattığından şüpheleniyorlar. Makalelerde yer almayan Santa Cruz’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden astrobiyolog David Deamer, bunların ilk güneş sisteminin kimyasına yeni bir bakış açısı kazandırdığını söyleyip, “Bunlar klasik olacak” diye tahminde bulundu. Wichita Eyalet Üniversitesi’nde astrobiyolog olan Mark Schneegurt da bu konuda aynı fikirde. Kendisi de “Güneş sistemindeki yaşamın kökenlerine dair anlayışımız açısından bundan daha önemli bir çalışma olamazdı” şeklinde bir yorumda bulundu.
Yeni bulgular, ilk güneş sisteminin büyük bölümünde yaşam için gereken moleküllerin oluşumu için gerekli koşulların mevcut olduğunu gösteriyor. Smithsonian Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’ndeki meteor küratörü ve çalışmaların ortak yazarlarından Tim McCoy, “Bir gezegen veya büyük bir ay gibi bir şeye gerek yok,” diyerek “Bunlar güneş sisteminin dış kısmındaki sıradan, küçük cisimler.” şeklinde ekliyor.
Bennu ekibi, asteroit örneğinden alınan materyali inceleyerek içerisinde daha karmaşık bileşiklerin gizlenip gizlenmediğini tespit etmeye devam ediyor. Bazı amino asitlerin bir araya gelerek ilkel, protein benzeri moleküller oluşturması mümkün olabilir. Reaksiyonların nükleobazları, genlerimizin ilkel öncüleri olan kısa zincirler halinde birleştirmesi olasıdır.
Araştırmacılar, Bennu’dan daha fazla sürpriz çıkacağını umuyorlar fakat yine de içinden tam gelişmiş bir yaşam belirtisi bulmayı beklemiyorlar. Sadece birkaç milyon yıllık sıcaklık olsaydı bile bu buzlu dünyanın muhtemelen ilkel hücreleri oluşturmaya yetecek zamanı olmayacaktı. Ancak aynı kimyanın diğer buzlu dünyalarda yaşama yol açmak için daha fazla fırsatı olabilirdi.
KAYNAK: NASA/James Tralie
Asteroit kuşağında yer alan 980 kilometre genişliğindeki bir cüce gezegen olan Ceres’in iç kısmında hâlâ tuzlu su akıyor. Satürn’ün 500 kilometre genişliğindeki uydusu Enceladus, Bennu ile aynı minerallerin çoğunu içeren tuzlu bir okyanusu çevreleyen buzlu bir kabuğa sahiptir. Ekim ayında NASA, Dünya’daki tüm okyanusların toplamından daha fazla suya sahip olan Jüpiter’in uydusu Europa’ya bir araştırma başlattı. Dr. Glavin, “Bunlar kesinlikle önemli hedefler olacak” şeklinde bir yorum yaptı.
Michigan Üniversitesi’nden Bennu araştırmasında yer almayan gezegen bilimci Nilton Rennó, bulguların aynı zamanda bilim insanlarının ciddi bir şekilde keşfetmesi gereken daha egzotik olasılıkların da kapısını araladığını söyledi.
Aklıma çok fazla çılgın fikirler geliyor, araştırma tamamen sonuçlandıktan sonra ortaya çıkacak yeni bilgileri merakla bekliyorum. Umarım buraya kadar keyifle okumuşsunuzdur. Araştırmaya yeni bilgiler eklendikçe sizlere duyurmaya devam edeceğim.