Milliyetçilik saçma mı?

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan 13021
  • Başlangıç Tarihi Başlangıç Tarihi
  • Mesaj Mesaj 44
  • Görüntüleme Görüntüleme 649
İnsanın halkını ve kültürünü sevmesi güzel bir şey. Ama bunu kendini yüceltmek veya başkasını yüceltmek için kullanmak aptallık. Veya sağ solu işgal etme,yönetme,sömürme fantezisi. Tartışmaya girmek istemiyorum ama milliyetçilik halkı uyutma ve kontrol etme aygıtı.
Ve kapitalizmle birlikte gelmişti bir şey. nereden baksan so 400 Yıllık olay. Belki müsait olun daha detaya inerim.(Küçük "n" harfi içi özür dilerim. Klavyemde tuş bir ada basmaz oldu ve kopyala yapıştır yaptım. Lütfen moderatörler ceza vermesin.)
 
Konuyu hortlatıyorum ama kendi perspektifimden söylemek istiyorum.

“Milliyetçilik saçma mı?” sorusu bazıları için neredeyse lanetli bir cümle gibi görünür. Çünkü çoğu insan, üzerine hiç düşünmediği şeylerin sorgulanmasından rahatsız olur. Alışkanlıkla inandıkları şeyler sarsıldığında, bunu tehdit gibi algılarlar. Milliyetçilik de tam olarak böyle bir refleksin ürünü: Sorgulanamaz bir kutsal ilan edilmiş bir fikir.

İnsanlık tarihinin çok büyük bölümü milliyetler olmadan geçti. Antik çağlarda insanlar kabilelere, şehir devletlerine veya imparatorluklara bağlıydı. Hiç kimse “ben Türküm”, “ben Fransızım” gibi cümleler kurmazdı çünkü bu kavramlar yoktu. Bugünkü anlamda “millet” kavramı son 200-300 yılda inşa edildi. Özellikle Fransız Devrimi'nden sonra Avrupa'da yükselen ulus-devlet anlayışı, insanlara “sen şu millettensin, bu bayrağa aitsin, gerekirse bunun için ölmelisin” diyerek yeni bir kimlik biçti. Bu kimlik doğal değildi. Doğuştan gelmiyordu. Öğretiliyordu. Okullarda, marşlarla, anıtlarla, savaş hikayeleriyle, dizi ve filmlerle... Sanki senin en derin kimliğin milliyetinmiş gibi. Ama bu bir yanılsamadır. Bilimsel olarak tüm insanların genleri ve DNA'ları %99.9 aynıdır. Yanı milliyet gibi bir kavram bilimsel olarak yoktur.

Psikolojik olarak insanlar bir yere ait hissetmek ister. Çünkü insan yalnızlıktan korkar. Çünkü belirsizlikten, anlamsızlıktan, köksüzlükten kaçar. O yüzden de kendini daha büyük bir bizin parçası gibi hissetmek ister. Milliyetçilik, bu “biz” duygusunu sunar. Duygusal bir konfor sağlar. Birilerine “sen bizimlesin, onlar değil” dedirtir. Ama bunun için gerçeği çarpıtır, sorgulamayı bastırır. Çünkü ne zaman birisi “ben bu milletin değerlerini sorguluyorum” dese, hemen “hain” damgası vurulur. Bu kadar kırılgansa bu fikir, ne kadar sağlam olabilir?

Bir insan milliyetiyle niye övünür? Kendi tercihi mi? Kendi başarısı mı? Hayır. Bir biyolojik piyangonun sonucudur sadece. Dünyaya geliş yeriniz kimlik kartınızı belirledi. Hepsi bu. Kişi, seçmediği bir şeyle övünüyorsa, bu sağlıklı bir özgüven değil, yapay bir kimlik arayışıdır.
Gerçek özgüven, senin ne düşündüğün, ne başardığın, neyi savunduğunla ilgilidir. Ne babandan gelen soyadınla, ne çocukken ezberletilen marşlarla.

“Vatan” dediğimiz şey de milliyetçilik kadar duygusallıkla örülmüş bir kurgu. Bir toprak parçası kutsal olamaz. Çünkü aynı toprak, dün düşmanındı, bugün senin. Sınırlar değişir, rejimler değişir, bayraklar değişir… Ama “vatan sevgisi” aynı kalır. Nasıl olur? Çünkü bu sevgi, gerçek bir ilişki değil. Zihne çocukken yüklenmiş bir illüzyondur. Ve bu illüzyon, insanı çoğu zaman insanlıktan çıkarabilir. İşkence yapan bir askerin savunması: “Vatan için.” Bombayı atan pilotun açıklaması: “Vatan savunmasıydı.” En tehlikeli nefretler daima kutsal kılıflarla gizlenir. Milliyetçilik bu yüzden tehlikelidir.

Yani demem o ki: Milliyetçilik, insanlık tarihinin en yaygın ve en romantize edilmiş illüzyonlarından biridir. Duygusal açıdan anlaşılabilir ama mantıksal ve ahlaki olarak savunulamaz. Çünkü bireyi küçültür. Sorgulamayı bastırır. Ve en acısı, insanları kendi adıyla değil, ait olduğu “millet” adıyla yaşatır ve öldürür. Bu yüzden milliyetçilik saçmadır. Çünkü insanı insan olmaktan çıkarır, bir etiketin içinde boğar.
 
Bilmem neden bir çok insan özellikle Türkiye'de böyle düşünüyor? Elin avrupalısı milliyetçilik, ırkçılık yaptığında kendi kültürünü etnisitesini korumuş oluyor ama bizimkiler yapınca her kes tartışıyor bu doğru mu diye. Eğer halk tek bir vücut halinde kalıp batı dünyasındaki gibi ilerlemek istiyorsa milliyetçilik önemli birleştirici unsurdur. Millyetçilik olmazsa her halkın sonu bozulmuş mediniyyet, etnisite ve saçma sapan din, kültürel farklılıklardan dolayı bir-birini yiyen aynı kavmin üyeleri olan orta doğu, Afrika halkları gibi olur.

Konuyu hortlatıyorum ama kendi perspektifimden söylemek istiyorum.

“milliyetçilik saçma mı?” sorusu bazıları için neredeyse lanetli bir cümle gibi görünür. Çünkü çoğu insan, üzerine hiç düşünmediği şeylerin sorgulanmasından rahatsız olur. Alışkanlıkla inandıkları şeyler sarsıldığında, bunu tehdit gibi algılarlar. Milliyetçilik de tam olarak böyle bir refleksin ürünü: Sorgulanamaz bir kutsal ilan edilmiş bir fikir.

İnsanlık tarihinin çok büyük bölümü milliyetler olmadan geçti. Antik çağlarda insanlar kabilelere, şehir devletlerine veya imparatorluklara bağlıydı. Hiç kimse “ben türküm”, “ben fransızım” gibi cümleler kurmazdı çünkü bu kavramlar yoktu. Bugünkü anlamda “millet” kavramı son 200-300 yılda inşa edildi. Özellikle fransız Devrimi'nden sonra Avrupa'da yükselen ulus-devlet anlayışı, insanlara “sen şu millettensin, bu bayrağa aitsin, gerekirse bunun için ölmelisin” diyerek yeni bir kimlik biçti. Bu kimlik doğal değildi. Doğuştan gelmiyordu. Öğretiliyordu. Okullarda, marşlarla, anıtlarla, savaş hikayeleriyle, dizi ve filmlerle... Sanki senin en derin kimliğin milliyetinmiş gibi. Ama bu bir yanılsamadır. Bilimsel olarak tüm insanların genleri ve DNA'ları %99.9 aynıdır. Yanı milliyet gibi bir kavram bilimsel olarak yoktur.

Psikolojik olarak insanlar bir yere ait hissetmek ister. Çünkü insan yalnızlıktan korkar. Çünkü belirsizlikten, anlamsızlıktan, köksüzlükten kaçar. O yüzden de kendini daha büyük bir bizin parçası gibi hissetmek ister. Milliyetçilik, bu “biz” duygusunu sunar. Duygusal bir konfor sağlar. Birilerine “sen bizimlesin, onlar değil” dedirtir. Ama bunun için gerçeği çarpıtır, sorgulamayı bastırır. Çünkü ne zaman birisi “ben bu milletin değerlerini sorguluyorum” dese, hemen “hain” damgası vurulur. Bu kadar kırılgansa bu fikir, ne kadar sağlam olabilir?

Bir insan milliyetiyle niye övünür? Kendi tercihi mi? Kendi başarısı mı? Hayır. Bir biyolojik piyangonun sonucudur sadece. Dünyaya geliş yeriniz kimlik kartınızı belirledi. Hepsi bu. Kişi, seçmediği bir şeyle övünüyorsa, bu sağlıklı bir öz güven değil, yapay bir kimlik arayışıdır.
Gerçek öz güven, senin ne düşündüğün, ne başardığın, neyi savunduğunla ilgilidir. Ne babandan gelen soyadınla, ne çocukken ezberletilen marşlarla.

“Vatan” dediğimiz şey de milliyetçilik kadar duygusallıkla örülmüş bir kurgu. Bir toprak parçası kutsal olamaz. Çünkü aynı toprak, dün düşmanındı, bugün senin. Sınırlar değişir, rejimler değişir, bayraklar değişir… ama “vatan sevgisi” aynı kalır. Nasıl olur? Çünkü bu sevgi, gerçek bir ilişki değil. Zihne çocukken yüklenmiş bir illüzyondur. Ve bu illüzyon, insanı çoğu zaman insanlıktan çıkarabilir. İşkence yapan bir askerin savunması: “vatan için.” bombayı atan pilotun açıklaması: “vatan savunmasıydı.” en tehlikeli nefretler daima kutsal kılıflarla gizlenir. Milliyetçilik bu yüzden tehlikelidir.

Yani demem o ki: Milliyetçilik, insanlık tarihinin en yaygın ve en romantize edilmiş illüzyonlarından biridir. Duygusal açıdan anlaşılabilir ama mantıksal ve ahlaki olarak savunulamaz. Çünkü bireyi küçültür. Sorgulamayı bastırır. Ve en acısı, insanları kendi adıyla değil, ait olduğu “millet” adıyla yaşatır ve öldürür. Bu yüzden milliyetçilik saçmadır. Çünkü insanı insan olmaktan çıkarır, bir etiketin içinde boğar.

Eğer fransızlar o ulus devlet fikrini ortaya atmasaydı Avrupa bu kadar ilerleyemez ve bu günün orta doğusu olarak kalırdı. İlaveten avrupalılar uzun ömürlü ve temeli sağlam imparatorluklar, devletlerde yaratamazdı. Şu sizin boş olarak gördüğünüz milliyet kavramının ekmeğini avrupalılar hala yiyorlar ama son zamanlardaki milliyetçilik kavramının zayıflatma çabalarının nasıl Avrupa sosyolojisindeki huzura darbe vurduğuda ortada. O yüzden başı boş bir toplumu geliştirmek ve hızlıca harekete geçirmek istiyorsan milliyet kavramı önemlidir ya da ABD gibi en başından göçmen ülkesi olupda her şeyi paraya bağlamalısın. Buna rağmen bile ABD'de bile artık formalaşmış milliyet duygusu var "ben amerikalıyım" diye bas-bas bağırıyor millet. Milliyet kavramının zayıf oluduğu Afrika ülkelerinin şu an bile insanlarının birbirinden ayrıştırılarak başta Fransa olmak üzere diğer güçlü ulus devletleri tarafından nasıl parmakta oynatıldığı ve sömürüldüyüde ortada.
 
Son düzenleme:
Eğer fransızlar o ulus devlet fikrini ortaya atmasaydı Avrupa bu kadar ilerleyemez ve bu günün orta doğusu olarak kalırdı. İlaveten avrupalılar uzun ömürlü ve temeli sağlam imparatorluklar, devletlerde yaratamazdı. Şu sizin boş olarak gördüğünüz milliyet kavramının ekmeğini avrupalılar hala yiyorlar ama son zamanlardaki milliyetçilik kavramının zayıflatma çabalarının nasıl Avrupa sosyolojisindeki huzura darbe vurduğuda ortada. O yüzden başı boş bir toplumu geliştirmek ve hızlıca harekete geçirmek istiyorsan milliyet kavramı önemlidir ya da ABD gibi en başından göçmen ülkesi olupda her şeyi paraya bağlamalısın. Buna rağmen bile ABD'de bile artık formalaşmış milliyet duygusu var "ben amerikalıyım" diye bas-bas bağırıyor millet. Milliyet kavramının zayıf oluduğu Afrika ülkelerinin şu an bile insanlarının birbirinden ayrıştırılarak başta Fransa olmak üzere diğer güçlü ulus devletleri tarafından nasıl parmakta oynatıldığı ve sömürüldüyüde ortada.
Ulus-devlet fikrinin özellikle 18. ve 19. yüzyılda Avrupa'da siyasi birliği ve merkezi otoriteyi kurmada rol oynadığı doğru. Ancak burada “milliyetçilik işe yaradı, o halde doğrudur” gibi bir varsayım var. Benim sorguladığım ise tam olarak bu: İşe yarayan her fikir ahlaken, mantıken ya da insanlık açısından doğru mudur?

Evet, Fransız Devrimi sonrasında Avrupa ulus-devlet modelini benimsedi ve bir kimlik inşa etti. Bu kimlik, halkı organize etti, mobilize etti, savaşlara soktu, ekonomik kalkınmayı hızlandırdı. Ancak bu “başarı” anlatısının öbür yüzünde de milyonlarca insanın ölümü, dışlanan azınlıklar, soykırımlar ve savaşlar var. İkinci Dünya Savaşı, sadece Hitler'in değil, milliyetçi üstünlük fikrinin eseriydi.
Yani milliyetçilik Avrupa’yı ileri taşıdıysa bile, bu ilerlemenin bedeli insanlık dışı yıkımlar oldu.

Amerika örneğine gelirsek: “Ben Amerikalıyım” diyen kişi, etnik bir kimlikten çok hukuki bir yurttaşlık bağına vurgu yapar. Çünkü Amerika etnik değil, anayasal kimlik üzerine kurulu bir devlettir. Milliyetçilik değil, anayasa ve bireysel haklar birliği üzerinden tanımlanır. Yani oradaki “Amerikalılık” duygusu, Fransa’daki ya da Türkiye’deki gibi bir etnik ya da soy bağına dayanmıyor. Bu fark önemli.

Afrika örneği ise bana göre eksik ve biraz yüzeysel. Afrika’daki sorun milliyetçiliğin zayıflığı değil, Avrupa'nın orada zorla çizdiği yapay sınırlar, birbirine düşman edilen etnik gruplar ve sömürgecilik sonrası oluşturulan yoz yapılarla ilgili. Milliyetçilik orada da zaman zaman yükseldi ama bu da etnik çatışmaları artırdı. Nijerya, Ruanda gibi örneklerde olduğu gibi.

Senin dediğin gibi, milliyetçilik hızlı mobilizasyon sağlar, bu doğru. Ama hız her zaman iyiye gitmek anlamına gelmez. Bazen uçuruma da götürür. Düşünmeyi bastıran, eleştireni “hain” ilan eden, farklı olanı dışlayan bir sistem ne kadar gelişmiş olursa olsun, insani değildir. Bu yüzden ben milliyetçiliğin işlevselliğini değil, insanı birey olarak küçültmesini, etik temelden yoksun olmasını eleştiriyorum.

Sonuçta şunu sormalıyız:
Bir fikri savunuyoruz çünkü işe yarıyor mu, yoksa çünkü insanlık için daha iyi olanı mı arıyoruz?
 
Arkadaşlar bu aralar aklımı karıştıran bir konu. Dünyaya bir kere geliyoruz neden sürekli aynı şeyler savunalım diyorum. Sonra zamanında bizim için savaşan insanlar geliyor aklıma.
Aklımı bu konu çok karıştırıyor ve hayatımı da etkiliyor. Sizin düşünceleriniz nedir?

Milliyetçilik saçma değil
Onu savunanlar cahil olduğu için sana saçma geliyor.
Bak atama milliyetçilik onun elinde yeni bir devlet oldu.
 

Yeni konular

Geri
Yukarı Alt