Ateş, su, toprak: bunlar mükemmel bir Avatar hikayesi yapmak için gerekli malzemeler. Ancak profesör Cem Yılmaz bu karışımın içine yanlışlıkla bir madde daha ekledi, tahta! Böylelikle Avatar Aang doğdu.
Şimdi ben kendi adıma şunu söyleye bilirim; ben yolculuk hikayelerine bayılırım. Bir veya birkaç kişinin belirli bir amaç doğrultusunda bir yere ulaşmaya çalışmaları ve bunu yaparken kişiliklerinde ve yeteneklerinde yavaş yavaş değişimler meydana gelmesi benim bayıldığım bir tema. Avatar: Son Havabükücü ise bu temayı kullanan en başarılı yapımlardan biri. Hikaye çok basit. Dünyayı ele geçirmek isteyen bir ateş kralı var ve onu durdurabilecek tek kişi Avatar. Ancak Avatar’ın onu durdurabilecek güçte olması için eğitimini tamamlaması gerekiyor.
Bakın, sadece tek cümle ile dizinin hikayesi açıklanabiliyor. Bu da bize gösteriyor ki işleniş yeterince iyi olursa, basit bir hikaye modeli bile şahesere dönüşebilir. Tıpkı Avatar gibi. İşleniş konusuna geri döneceğim ama gelin önce evren konusuna girelim. Bana “Popüler evrenlerden en sevdiklerin hangisi?” diye sorsanız aklıma gelen ilk beş evrenden biri Avatar olur. Nedenini tam bilmiyorum ancak Avatar evreni benim her zaman ilgimi çekti. Belki de sebep; çocukluk hayalim olan “bükme yeteneği”ne sahip insanlarla dolu koca bir evren olmasıdır. Hani az önce dedim ya, ‘Hikâye Avatar’ın eğitimi üzerinde kurulu’ diye, bu yüzden buna temelde karakter gelişimi hikayesi diyebiliriz.
Ki bana kalırsa dizi bu alanda efsane bir iş çıkartmış. İlk bölümde sadece hava bükmeyi bilen bir çocuk görürken bölümler ilerledikçe yavaş yavaş diğer elementleri de bükmeyi öğrenen ve bunları öğrenirken yaşadığı olaylar sayesinde yeni tecrübeler edinerek yavaş yavaş büyüyen yani çocukluktan yetişkinliğe geçiş yapan Aang’i görüyoruz.
İlk birkaç bölüm tek amacı oyun oynamak olan Aang, üçüncü sezona doğru çok önemli konularda kararlar alıp ekibine liderlik yapmaya başlıyor. Üstelik bu karakter gelişim süreci yolculuk hikayesine çok iyi yedirilmiş.
Aang arkadaşlarıyla beraber tüm dünyayı geziyor, mistik tapınaklardaki keşişlerden saraylarda yaşayan krallara kadar pek çok kişiyle tanışıyor. O insanlardan bilgiler öğreniyor hatta bazen o insanlara bir şeyler öğretiyor.
İşin en güzel kısmı da finalde ateş kralı ile yapılan dövüşte öğrendiği tüm bilgileri kullanıyor. Sadece o da değil, arkadaşları da finale kadar öğrendiği her şeyi finalde kullanıyor. Mesela üç sezon boyunca dalga konusu olan bumerang bile finalde ekibin işine yarıyor.
Bu durumu oyunlarla kıyaslayabiliriz aslında. Hani oyunlarda yavaş yavaş gelişirsiniz, sürekli yeni özellikler yeni kombolar açarsınız, yeni silahlar satın alırsınız ve bu özellikleri final bossunda kullanmak istersiniz ya, birçok oyun bu özelliklerin finalde kullanılmasını sağlayacak şekilde dizayn edilir ama bazı geri zekâlı oyun yapımcıları bunu akıl edemez ve finalde sadece belirli bir komboyu veya silahı kullanmaya zorlar. Siz de sinir olursunuz “Bu aq silahını finalde kullanamayacaksam neden almak için fazladan 40 saat oyun oynadım? “ dersiniz. Bu arada konu hazır kötü oyun tasarımlarından açılmışken bu konuda kötülükleriyle marka olmuş firmalara da selam çakmadan geçmeyeyim: Merhaba Ubisoft ve Electronic Arts.
Neyse, konuya dönecek olursak Avatar: Son Havabükücü’de Ubisoft ve Electronic Arts’ın yaptığı hatalar yapılmamış. Karakterler finale kadar öğrendiği her şeyi finalde kullanıyor. Sadece bükme olarak da değil, karar verme yeteneklerindeki gelişimlerin bile finalde etkili olduğunu görebiliyoruz. Hani demiştim ya size; filmlerdeki kahramanlar genelde yönetmenlerdir, dizilerdeyse senaristler. Avatar: Son Havabükücü’de bunların ikisi de yok. Aksine daha önce herhangi bir dizi ya da filmde görmediğim tuhaf bir başarı hikayesi var.
Hikaye tasarlanırken Zuko’nun iyi tarafa geçmesi gibi bir düşünce yokmuş. Finalde amcası Zuko’ya karşı savaşarak onun Avatar’ı öldürmesini engelleyecekmiş ancak sezonlar ilerlerken seslendirmenlerin başarısı ve karakterler üzerinde yarattıkları etki ile etkileşim, finalin değişmesini sağlamış. Zuko’nun seslendirmeni zaman içinde Zuko’yu daha ılımlı biri gibi seslendirdiği için yaratıcılar “Ya aslında Zuko iyi birine dönüşme potansiyeli olan biriymiş.” diyerekten senaryo değişikliğine gitmişler. Seslendirmenlerin etkisi üzerine dizi ya da filmlerde yapılan başka bir değişiklik var mı bilmiyorum.
Seri hazırlanırken detaylara da büyük bir özen gösterilmiş ki bu tarz küçük detaylar çok dikkatli olunmadığı sürece fark edilmeseler bile özen gösterilmesi, bana yapımcıların işlerini ne kadar ciddiye aldıklarını gösteriyor.
Mesela hani Zuko’nun amcası sürekli yasemin çayı içiyor ya, fark ettiyseniz kendisi bir ateş bükücü olmasına rağmen hiçbir zaman çayı kendisi ısıtmıyor. Bunun sebebi şuymuş; yasemin çayı sadece 71-82 derece aralığında demlenirse su ile etkileşime girermiş. Amca da bunu bildiğinden kendisi ısıtmak yerine uygun koşulları sağlıyormuş.
Ya da mesela Zuko başlarda öfkesini kullanarak ateş büküyormuş, sonraları ise denge metodunu kullanıyormuş. Bu yüzden büktüğü ateşin çizimleri değiştirilmiş. Bu ve bunun gibi çok fazla detay var seride. Bu bilgiler sizin için önemli mi bilmiyorum ama benim için kesinlikle öyle.
Biraz da ateş kralından bahsetmek istiyorum. Bildiğiniz gibi son sezona kadar ateş kralını neredeyse hiç görmüyoruz ki bu bence çok iyi bir tercih çünkü insan doğası gereği göremediği şeyden daha çok korkar.
Bu konudaki en bariz örneklerden biri Steven Spielberg’ün Jaws filmi. Filmde teknik yetersizliklerden dolayı kötü bir köpek balığı maketi kullanmak zorunda kalınca kurgu sırasında köpek balıkları sahnelerinin çoğunu çıkarıp yerine köpek balığının gözünden çekilmiş sahneleri koymuşlar. Böylece izleyici, tehlikeyi göremediği için daha çok korkmuş. Günümüzde o filmi izlediğinizde muhtemelen korku filmi bile demezsiniz ancak zamanında birçok insana tuhaf korkular yaşatan bir filmdi. Düşünün, Ankara’da oturan bir abim zamanında bu filmi izlediği için geceleri tuvalete gitmemiş.
Neyse, tıpkı Jaws filminde olduğu gibi ateş kralı final savaşına kadar doğru dürüst gösterilmemiş. Zaten Avatar ilk sezonlarda ondan çok piyonları ile mücadele ediyor. Doğrudan Zuko gibi sürekli ateş kralını görseydik bu kadar etkileyici olur muydu, bilemiyorum.
Seride boş sahne olmaması da onu efsane yapan özelliklerden biri. İzlediğimiz her olay ya karakterlerden birinin karakter gelişimine hizmet ediyor ya da ilerisi için foreshadowing görevi üstleniyor. Yani önceden ima ediyor.
Örneğin mühendisin uçak çizimlerini görüyoruz. Sonra bir bakıyoruz, ileriki sezonda ateş ulusu o şemaları uçak yapımı için kullanıyor gibi gibi… Yani sizin zamanınızı boş yere harcamıyor, daima olaylar ana hikayeye hizmet ediyor.
Hani incelemenin başında kısaca evrenden bahsettim ya içinde bükücülerin yer alması bile beni içine çekmeye yetiyor demiştim. Bu konu üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Seri bana evrenin mistik yapısını son derece iyi hissettirmeyi başardı. Hemen her bölüm evren hakkında yeni bir şey merak ettirdi. “Acaba şu Avatar nasıldı? Acaba bu nasıl bunu yapabiliyor? Acaba kaplumbağa şehirler tam olarak ne?” falan filan tarzı çok fazla soru sormamı sağladı. Önemli bir kısmının cevaplarını da verdi ama ben verilen her cevapta evren hakkındaki her bilgide yeni sorular sormaya devam ettim. Yani beni içine çekmeye devam etti, hala da ediyor.
Mesela Avatar evreninde dört değil beş ulus olduğunu biliyorum. Çünkü seri evrene hayran olmamı sağladı ve konu hakkında deli gibi araştırma yaptım zaman içinde. Normalde bu tarz serilerde ekibe yeni bir karakter katılmaz çünkü bu, riskli bir hamledir. Ancak Toph’un seriye dahil olması, serinin gidişatının önemli ölçüde olumlu yönde değişmesini sağlıyor. Toph’un Daredevil benzeri bir yeteneği olması ve bunu harika bir hikaye anlatım tekniği ile birleştirerek bize yansıtmaları benim bir hayli hoşuma giden detaylardan.
Aslında düşündüğümde; örneğin beşinci ulus kimlerden oluşuyor ve denen ateş, su, toprak ya da hava uluslarından bağımsızlar gibi konular üzerine bir inceleme daha yapsam güzel olabilir.
Neyse, şimdilik benden bu kadar. Bir dahaki sefere görüşene dek, hoşça kalın. İyi ki varsınız.